Aziz okur, önceki yazılarımızda ikna olmaya hazır olmayan zihnin bağnazlıkla örülü olacağı sonucuna ulaşmıştık. O halde hakikat yolcusunun en önemli özelliğinin ikna edilmeye hazır bir zihne sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.

Peki birkaç yazıdır irdelediğimiz böylesine bedevileşmiş, bağnaz, iletişime kapalı ve ikna edilemez bir topluluk içimizden nasıl çıktı?

Doğrusu, geçmişe dönmek arzusunda olanlardan biri değilim. Onları hayırla ve güzellikle yâd ediyorum ancak her devrin kendine has güzellikleri ve özellikleri olduğunu düşünüyorum.

Örneğin günümüz teknolojisinin insan yaşamına getirdiği olumsuzluklar yanında konforu ve kolay ulaşılabilirliği göz ardı edemeyiz.

Fakat öyle bir şey(ler) kaybettik veya kaybetmeye yüz tutmak üzereyiz ki bunu modernite ile ilişkilendirmemek mümkün değil. Konfor elde ettik ama nezaketimizi kaybettik; teknoloji ürettik ama zarafetimizi unuttuk; her bilgiye kısa zamanda erişme gücümüz var ancak ilim ahlakını kaybettik.

Bu yaşadığımız dönüşümlerin sebepleri ve sonuçları ayrı bir konu ancak ‘ikna olmaya hazır olmayışımızı’ kaybettiğimiz ‘nezaket’ ve diğer değerlerimizle ilişkilendiriyorum.

Modernite yeni tür insan modeli ortaya çıkardı. Bu gerçeği yadsıyamayız. Daha sanal ilişkiler kuruyor ve sanal bir sosyolojik yapı oluşturuyoruz. Bu sanal sosyolojik yapı ise insanın ‘bireyselleştirilmesi’ sonucunu doğurdu. Yani insanı değil, bireyi özgürleştiren bu yapı umarsız bir ‘bencillik’ ortaya çıkardı (önceki yazılarımızda bu konuyu biraz irdelemiştik.). “Ben haklıyım, ben doğruyum, benim itibarım, benim param, benim gücüm, benim, benim, benim...”

Bu anlamda ciddi zihnî kaymalar artık gözle görülür şekilde barizleşmiştir. Nezaketten, zarafetten uzak modernist liberalliğin içine yerleştirilmiş tuhaf bir birey merkezcilik çağındayız.

Doğrusu sol entelejiyansının modernizme karşı duruşunu takdirle izlerdim ancak modernite etrafımızı öyle bir kuşattı ki onlar da liberal sola sığınmak durumunda kaldılar. Modernitenin yıkıcı ve hatta kavurucu etkisinden ne ideolojilerini ne de kendilerini koruyabildiler.

Aslında oluşan yeni sosyolojik tabanları yadırgamıyorum. Nihayetinde ‘ektiğimizi biçiyoruz.’ Fakat az önce vurgulamaya çalıştığım gibi gittikçe ikna edilmeye kapalı bir toplum haline gelmemizi modernite ile ilişkilendiriyorum. Sanallık: Gerçekte var olmayan/karşılığı olmayan davranış kalıpları yüzünden ve üzerinden...

Süpermen’i Beklerken (2010) isimli bir belgeselde şöyle bir istatistik vardır: G-8 Ülkelerinin öğrencileri arasında matematik sınavı yapılır. Birleşik Devletler öğrencileri bu sınavdan en düşük puanı alırlar (32). Ve öğrencilere başarılı olup olmadıkları sorulur. En çok başarılı olduğuna inanan öğrenciler (%72) de aynı gruptandır ve belgesel şöyle bağlanır: “Amerikan eğitim sistemi başarısız ama özgüveni en yüksek öğrencileri yetiştirmektedir.”

Evet özgüven son derece önemli bir beceridir ve kişide olması onu çok daha güzel yerlere taşıyacaktır. Fakat gereğinden fazla özgüvenin insanı taşıyacağı yeri doğru okumamız gerekmektedir: bağnazlık, bedevilik ve/veya narsistlik...

Bağnazca özgüveni olan bir insan ikna edilemez. Edilemez zira o bildiğine inanmaktadır.

Dikkatli okuyucunun gözünden kaçmadı inanmak kavramına yeniden atıfta bulunduk. Hatırlarsanız herhangi bir konuya/varlığa/benliğe iman eden bir zihnin ikna edilmesinin zorluğundan bahsetmiştik.

Oysa insanı özel kılan bu özelliğidir. Nitekim diğer canlılarla asgari vasatta bile olsa ortaklaşabileceğimiz özellikler olmasına rağmen ikna edilebilirlik insana mahsustur ve ayırıcı bir niteliktir.

Çünkü insan zihni çeşitli olasılıklar içinden en doğru olduğunu düşündüğünü seçme iradesine sahiptir. O halde hakikate erişebilmenin en önemli sacayağını da ispat etmiş olduk: ikna edilebilir bir zihne sahip olmak...

Dileyen dilediğini söyleyecek, dileyen dilediğine inanacak ancak hakikat talebesi insanlık onurunu gözeten tüm sözleri dinleyip zihninde ehem mühim dengesi kuracak. “Hiç akletmez misiniz?” emrinin muhatabı doğrudan biziz, bir başkası değil. 

Bırakın ideolojik ikna edilmeleri günlük, sıradan meselelerimizde bile ikna edilemeyen bir zihne sahibiz. Mesela kadın cinayetlerini bir de bu gözle düşünmek ister misiniz? İkna edilebilir tarafı olan bir kişi böyle bir esfele safilinlik işleyebilir mi? Allah muhafaza…

Hayır. İşleyemez. Ancak, diğeri, zihnini iletişime kapatmıştır. Başkalarının ne söylediğinin, düşündüğünün, hayatı birlikte kurduğu eşinin, çocuklarının anasının ve toplum nizamlarının onun gözünde hiç bir kıymeti haybiyesi yoktur.

İşin daha ilginci bir başkasını ikna etmek şöyle dursun kendimizi bile ikna etme yeteneğine sahip değiliz. İnanın belki insanın kendini ikna etmesi başkasını ikna etmesinden daha değerlidir ve fakat çok daha zordur.

Devam edeceğiz.

Bâki selam ederim.