Yeni Dünya ile birlikte kuralların profesyonelleştiği  mevcut düzen içerisinde, güç dengelerinin hesap edilmediği, bir varoluştan söz edebilir miydik? Eksik hesapların affedilmediği bir parkurda sözde “Beş Büyük’ten” birine ne derece güvenebilirdik?

Yeni dünya ile birlikte kendilerini “Beş Büyükler” olarak kabul eden “ABD, İngiltere (Birleşik Krallık), Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Fransa’nın” ortak misyonu vardır. Bu misyon mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’in cihat ayetlerine panzehir politikalar üretmektir. Yani cihat dünya üzerinde ki bir buçuk milyar Müslüman’a farzdı. Doğru zamanda doğru yerde, geçmişte olduğu gibi bugünde olabilirdi. Bu durumun önü alınmalı, olası potansiyellerin önü kesilmeliydi. Görünen köy kılavuz istemezdi. Gidişatın yönü kendilerine doğruydu.

Örneğin Afganistan

 Bir şeyler yapmalıydı. Bu inanç bir gün kendi varlıklarını tehlikeye düşürmemeliydi. Keza yüz yıllardır Osmanlı İmparatorluğu’nun boyunduruğu altında yaşamış  gayrimüslim kavimler artık yoğurdu üfleyerek yer hale gelmişlerdi.

Evet. Elde ettikleri siyasi, askeri ve ekonomik bütün güçleri kullanacaklardı. O bir buçuk milyar insanın yeniden güç dengesinin başına gelmemesi lazımdı.

 Zaten kural belliydi. Böl, parçala, yönet. Emperyalist düşünce sisteminin temel taşı da buydu. Beklenen gün gelmişti. Sahneye Sovyet Rusya çıkacaktı. Afganistan Bağımsızlık Hareketinin sağlamış olduğu başarıyı  sağlam zeminlere oturtamaması ve halkın bütün kesimlerine yeterli gelememesi, Nuristan Bölgesi’nde ki ilk ayaklanmaları başlattı. Ayaklanmalarla baş edemeyen ordu çaresiz kaldı. İktidar Sovyet Rusya ile imzaladığı Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’na binaen Kızıl Ordu’nun Afgan topraklarına girmesine izin verdi.

 Ve sırtlan kafesinin ağzı sonuna kadar açıldı.

Ülke 27 Aralık 1979’da Kızıl Ordu tarafından resmen işgal edildi.. Aslında bütün bu olup bitenler Ülke Başkanı Hafızullah Amiri’nin katline giden yolu hazırladı.

Sözde Beş Büyük’ten biri olan dönemin Sovyet Rusya’sından gözü kapalı dostluk bekleyen Afgan halkı yanıldı. Her durumda geçerli bağımsızlık elde eden Afgan halkı Sovyet oyuncağı olarak, kimyasal silahların rahatça denendiği bir kobay haline geldi. Sovyet Rusya 15 Şubat 1988’de Afgan topraklarından çıkarken 25.000-30.000 arası zayiat verirken arkasında tam 1.500.000 Afgan cenazesi bıraktı.

 Bu işgal birçok trajik olaya da sahne oldu.

Birincisi Afganlar yasal hakları olan, eleştiri ve protestonun dozunu kaçırdı, kaş yapayım derken göz çıkardı.Ülkede tam yedi cephe açıldı. Cihadı sabırla, ilimle, bilimle ve meşru siyasi yollarla yapmak dururken bizi siyah-beyaz resimlere bakmak zorunda bıraktılar.

 Ülkede süre gelen savaş ve eğitimsizlik Taliban Terör Örgütünü oluşmasına zemin hazırladı.. Kana susamış bu örgüt iki yıllık çabanın ardından 1996 Eylül ayında Kabil’i ele geçirdi. DAEŞ benzeri bir İslam devleti kurduğunu açıkladı. Bir misyonları vardı. Dünyanın birçok yerinde intihar saldırıları düzenleyecek çoluk çocuk demeden katledecek ve buna cihat adını vereceklerdi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi yeni nesile İslamafobiyi kusursuz bir şekilde enjekte edeceklerdi.

 Öylede oldu

11 Eylül 2001 günü saatler sabah 08.45’i gösterirken İslami değerlere büyük darbe vuruldu. Dünya Ticaret Merkez’indeki insanlar çoluk çocuk denmeden vahşice tasarlanan intihar saldırısının sonucunda can verdiler. Böylece İslam dini kan, gözyaşı ve kaosla anılır hale geldi.

Faturası mukaddes dinimize kesildi.

Telafisi uzun zaman alacak hasarlar meydana geldi. Zor olan ise Taliban ve benzeri örgütlerin gerçekte ruhlarını şeytana sattıkları ve yaptıkları hiçbir şeyin mukaddes dinimizle bağdaşmadığını insanlara anlatmaktı.

 Irak örneğinde de gördüğümüz gibi.

Gerek ülke, gerek kanaat, gerekse aile liderlerinin, saldırgan, kin ve nefret politikaları ülkeyi ve yansıttıkları ideolojileri telafisi mümkün olmayan işlere düçhar ediyordu. Sonuçta fırtınalara yön veren kelebeklerin kanat çırpışlarıydı.

Geçmiş geleceğe ışık tutar. Rabbim toplum önderlerine aklı selimlik nasip eyler inşallah.

Sağlıcakla kalın. . .

Ergün Bülbül

Editör: Haber Merkezi