Deli Ahmet’in geçmişi üzüntülerle doluydu. Annesini altı yaşında zatürreden kaybetmiş, analıkla yıldızı hiç barışmamıştı. Hele hele analık peş peşe üç erkek çocuk doğurunca Ahmet’i tamamen dışlamıştı. Analık acımasız bir kadındı. Babası ise tam bir kılıbıktı. Analığın ağzına bakıyor, o ne söylerse ona inanıyordu. Mahallenin çocukları da fakirlikten dolayı Ahmet’i dışlamışlardı. Ahmet kendine yapılanları hazmedemiyor, kavgacı bir tip olmuştu. Gözünü budaktan esirgemiyordu. Bütün bunlardan dolayı ona Deli Ahmet denmişti.

İlkokuldan sonra ortaokula gönderilmedi. Marangoz çırağı olarak sanayide çalışmaya başladı. Ali Rıza usta onun çektiği sıkıntıları, aile durumunu çok iyi biliyordu. Ona çok iyi davrandı, babasından görmediği şefkati ustasından gördü, ustası ona akıl verdi;

-Ahmet, aile durumunu iyi biliyorum. Paranın kıymetini iyi bil, paranı çar çur etme. Kazandığın parayı gram altın olarak bankaya yatır. Altın en iyi yatırım aracıdır. Ali Rıza ustanın yönlendirmesiyle şirketlerde kalıpçı ustası olarak çalışmaya başladı. Parasını altına yatırıyordu. Askere gitti, askerde arkadaşına yapılan bir haksızlığa karşı çıktı. Kavga ettiği çavuşun iki dişini kırdı. Askerde mahkemede yargılandı. Üç ay hapis yattıktan sonra askerliğini uzatarak terhis oldu.

Memlekete döndü. Yine inşaatlarda kalıpçı olarak çalışmaya başladı. Altın biriktirmeye devam etti. Mahallede herkes onu kavgacı, asabi, geçimsiz biri olarak biliyordu ama Ahmet 35 yaşına gelinceye kadar kimsenin ailesine, kızına yan gözle bakmamıştı. Bunu da herkes iyi biliyordu. İçkisi, kumarı yoktu. Düzenli namaz kılmazdı ama Cuma namazlarını hiç kaçırmazdı.

Artık akıllanmıştı. Birikimleriyle mahalleden eski, küçük, bahçeli bir ev satın aldı. Evin bakımını yaptırdı. Sıra evlenmeye gelmişti. Babasının ilgisizliği devam ediyordu. Ali Rıza usta Zeynep`i Ahmet`e istediğinde Zeynep’in ağabeyi tereddüt etmişti. Zeynep hem yetim hem öksüz bir kızdı. Ağabeyinin yanında kalıyordu. Yengesi Zeynep’in evlenip evden gitmesini istiyordu.

Ali Rıza usta Ahmet’e kefil oldu. Kısa bir hazırlıktan sonra Ahmet ile Zeynep evlendi. Evlendiklerine Zeynep 20, Ahmet 35 yaşındaydı. Ahmet çok kıskançtı. Hiçbir komşuya gitmesine izin vermiyordu. Geçmişindeki sıkıntılar evliliğine olumsuz yansıyordu. Ahmet, bazen eften püften şeylerden karısına şiddet uyguluyordu. Zeynep Hanım çaresizlik içinde yaşadıklarına sabrediyordu.

Zeynep Hanım`ın peş peşe iki oğlu oldu. Birincisine Emre ikincisine Burak ismini koydular. Günler geçtikçe Zeynep Hanım ile Ahmet arasındaki sevgi bağı güçlendi. Artık Ahmet, Zeynep Hanım`ın bir dediğini iki etmiyordu. Karısını çok seviyor ve ona güveniyordu.

Ahmet Usta iyi bir aile reisi olmuştu. Hem hanımına hem çocuklarına marka giyecekler alıyordu, çünkü çok para kazanıyordu. İkisi de çocuklarına iyi bir anne baba olmak istiyorlardı.

Güz mevsimiydi. Tabiat tam bir renk cümbüşüne bürünmüştü. Ekim ayının son günleriydi. Gündüzleri hava güneşli fakat geceleri poyrazın etkisiyle çok soğuk oluyordu. Havada bir parça bulut yoktu. Epey zamandır yağmur yağmamıştı. Ekinler göcek olmamıştı. Havalar böyle kurak giderse ekinler telef olacaktı. Bundan dolayı çitçiler yağmur duasına çıkmıştı.

Zeynep Hanım sobayı kurmuştu. Akşamları sobayı yakıyordu. Öteden beri bu yörede sobalar 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı`nda kurulur, 19 Mayıs Atatürk`ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı`nda sökülürdü.

Zeynep Hanım oğlanların okuldan gelmesini bekliyordu. Çocuklar zaman zaman okul bahçesinde top oynuyor ve eve geç geliyorlardı. Emre yedinci, Burak altıncı sınıfa gidiyordu. Emre ve Burak peş peşe eve geldiler. Emre üzüntüsünden annesinin yüzüne bakamıyordu. Burak da sessizdi. Belli ki bir şeyler olmuştu:

-Çocuklar! Ne var, ne oldu? Birileriyle kavga mı ettiniz? Suratınızın bu hali ne?

Çocuklar başlarını öne eğdiler. Konuşmak istemediler. Çaresizce korkarak annelerine baktılar.

Zeynep Hanım, tekrar sordu:

-Ne olduysa, bana tek tek anlatın. Babanızın ne kadar öfkeli olduğunu biliyorsunuz. Olduğu gibi her şeyi anlatın.

        Emre ağlamaklı bir sesle konuşmaya başladı:

-Anne, okul dağıldıktan sonra okul bahçesinde arkadaşlarla top oynuyorduk. Bir arkadaşımla topu almak için mücadele ederken ayağım taş duvara çarptı. Babamın, geçen hafta aldığı Adidas spor ayakkabısı yanından yırtıldı. Bundan dolayı babamdan çok korkuyorum. Burak, annesine baktı:

-Ben top oynamadım, benim ayakkabım sağlam dedi.

Zeynep Hanım rahatlamıştı ama kocasının öfkesinden de kaygı duymaya başladı. Geçen yıl Burak ayakkabısını çamura batırdığı için babasından dayak yemiş, Zeynep Hanım kocasını zor zapt etmişti. Aynı şeyleri Emre’nin yaşamasını istemiyordu. Kocasını nasıl ikna edeceğini düşünmeye başladı.

-Çocuklar siz bu konuda babanıza bir şey söylemeyin. Ben uygun bir zamanda babanıza söyleyeceğim.

Akşama yakın Ahmet Usta eve geldi. Elini yüzünü yıkadı. Acıkmıştı, nasırlı elleriyle yemeğini yedi. Haberleri izlemek için televizyon karşısına geçti. Ana habere on beş dakika vardı.

Sakıp Sabancı ve eşi Türkan Hanım’la röportaj yapıyordu. Sakıp Sabancı kendi ağzı (aksan) ile iş hayatını, başarılarını, çalışma disiplinini anlatıyordu. Sunucu kadın aile hayatını sordu, Türkan Hanım’ın teyzesinin kızı olduğunu severek evlendiklerini anlattı.

Sunucu kadın:

-Bunca zenginliğiniz var herhalde mutlu olmalısınız diye sordu? diye sordu.

Sakıp Sabancı’nın içi yanıyordu. İlk çocuğu Dilek altı yaşına kadar yürümemişti. Oğlu metin doğuştan spastik felçliydi. Avrupa’nın ve Amerika’nın en ünlü doktorları çare olamamıştı. Kızı sevil normaldi. Ağlamaklı bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

-Türkiye’nin en iyi otomobillerini ben üretiyorum ama benim oğlum bu otomobillerin birini bile kullanamıyor. Benim oğlum çorap giyemedi, ayakkabı eskitemedi, yaşıtlarıyla sokakta top oynayamadı, babacığım! Diyemedi.

Oğlumun bu durumunu görünce o kadar üzülüyorum ki ne olur Allah’ım benim hiçbir şeyim olmayaydı, soğan ekmek yiyeydim ama çocuklarım normal olsaydı.

Sakıp Sabancı’nın eşi Türkan Hanım’ın da gözleri yaşlarla dolmuştu. Sunucuda duygulanmıştı. Ahmet, bu konuşmalardan çok etkilenmişti.

Zeynep Hanım bu fırsatı kaçırmadı:

-Ahmet, bugün okul dağıldıktan sonra Emre, okul bahçesinde top oynarken istemeden spor ayakkabısı yanından yırtılmış dedi.

Ahmet bir hanımına baktı bir de oğlu Emre’ye baktı. Çocuk başı önde korkudan tir tir titriyordu.

Burak, oturduğu yerden olanları izliyordu.

-Ahmet, Emre’ye baktı:

-Emre, ayakkabını getir, neresi yırtılmış, bakayım…

Çocuk korka korka sağ ayakkabıyı babasına uzattı. Ahmet eline aldığı spor ayakkabıyı evirdi çevirdi. Bir parmak ucundaki yırtığa baktı:

-Emre yanıma gel, dedi.

Emre çekine çekine babasının yanına yaklaştı. Zeynep Hanım, Emre’yi dayaktan kurtarmak için yanlarına yaklaştı. Ahmet birden Emre’yi kucakladı. Ona sımsıkı sarıldı, yanaklarından şapur şupur öptü. Zeynep Hanım ve Burak gördükleri karşısında şaşırdı. Emre de şaşırmıştı.

-Oğlum, bir çift ayakkabı değil, on çift ayakkabı sana kurban olsun. Ben sana yenisini alırım canını sıkma, dedi.

Ahmet içinden düşündü. Benim çocuklarım sağlıklı, ikisi de zehir gibi akıllı… Geçen sene ikisi de takdirname aldı. Ben de hanımım da sağlıklıyız. Ahmet mutluluklarının farkına varmıştı.

Herkesin yüzünde bir gülümseme, bir mutluluk vardı. Bir an sessizlik oldu. Ahmet gülümseyerek konuşmaya başladı:

-Hanım, hanım! Ben Sakıp Sabancı’dan zenginmişim de haberim yokmuş. Bunu şimdi daha iyi anladım.

En büyük mutluluk, en büyük zenginlik sağlıklı olmakmış!