Günümüzden yaklaşık iki yüz elli yıl önce Fransa dağlarında  bir çocuk bulunmuştu. 
Yapılan  araştırmalara  göre bu çocuğun hiç kimsesi yoktu. Bu gerçekten çok korkunç bir durumdu. Kimsesiz bir çocuk, nasıl olur da bu yaşına kadar dağlarda yaşayabilirdi? Zararlı, yabani ve yırtıcı hayvanlardan nasıl olur da korunurdu? Bu esrarengiz çocuk  o yıllarda herkesin ilgisini çekmiş ve çok önemli bir olay olmuştu. Bilim adamlarının ve uzmanların yaptığı araştırmalara göre bu çocuk, 6 veya 7 yaşlarındaydı. Bilim adamları, özellikle de eğitim işi ile uğraşan uzmanlar hemen incelemeye başladılar çocuğu.  Bir de isim koydular tabi: Vahşi Çocuk. Uzmanların ve eğitimcilerin en çok merak ettikleri şey, Vahşi Çocuğun bir şey bilip bilmediğiydi. İncelemeler sonucunda Vahşi Çocuğun ağzından tek bir mantıklı kelime veya ses çıkmamıştı. Sadece, hayvanların normal yaşamlarında veya tehlike karşısında çıkardıkları hırıltılı sesler duyulabildi ondan. İlginç olan bir şey daha vardı. Vahşi Çocuk, kendisine yaklaşan bilim adamları ve uzmanları tehlike olarak görüyor ve onlara saldırır gibi tepkiler gösteriyordu. Aynı hayvanlar gibi. 
Bazı hayvanlarla birlikte, özellikle de yabani ortamlarda yaşayan hayvanlar daha hırçın ve saldırgandırlar. Kendilerine yaklaşan veya görünen her şeyi tehlike ve risk olarak görür, özellikle de kendi bölgelerine yabancı bir unsur girdiği anda hemen saldırıya geçerler. Vahşi Çocuk da, yabani hayvanlar gibi tepkiler veriyor, insanlara saldırıyordu. Anlaşılan o ki,  Vahşi Çocuk, çok küçük, belki de bebek denecek yaşlarda ormana bırakılmıştı. Gözünü açtığında ve dünyayı algılamaya başladığında etrafında çeşitli yabani hayvanları gördü ve  ilk olarak onları tanıdı. Büyük ihtimalle de anne,  baba veya yetiştirici olarak  bu hayvanları benimsedi. Çıkardığı hırıltılı sesler ve gösterdiği saldırgan tepkiler, aynı hayvanlar gibiydi çünkü. Tüm uğraş ve çabalara rağmen, çok basit davranışlar dışında insanlara özgü pek bir şey öğrenemedi Vahşi Çocuk. Konuşma, çatal-kaşık gibi şeyleri tutma, söylenen kelimeleri tekrar etme gibi, hatta daha kolay davranış ve becerileri bile maalesef kazanamadı. Bu uğraşlar bilim adamları ve uzmanları yormuş ve onların canını sıkmıştı. Ama uzmanlar, çocuk eğitimi ve terbiyesi ile ilgili çok önemli şeyler öğrenmişlerdi Vahşi Çocuktan. Dünyaya gelen çocuk, ilk yıllarında, özellikle yedi yaşına kadar olan dönemde, daha sonraki tüm öğrenmelerine zemin hazırlayacak temel öğrenmeleri gerçekleştiriyor. Özellikle de bir dili öğrenme ve konuşma, yeme-içme, bir şeyleri kavrama, diğer insanların varlığını kabul etme, saygı gösterme, bir şeye ihtiyaç olduğunda nazik bir şekilde isteme, dürüst olma gibi davranışlar en iyi şekilde küçük yaşlarda öğreniliyor. Yaşın ilerlemesi ile birlikte bu insansı özellikler gelişerek güzelleşiyor veya gerileyerek ortadan kalkıyor. Avrupalı bilim adamları ve uzmanlar, bunu görüp öğrenmiş, bu konuya gereken önemi fazlası ile vermiş ve tüm toplumlarına ÇOCUK EĞİTİMİ ve TERBİYESİ'ni sular seller gibi öğretmişlerdi. Sonuç ise ortada: Modern teknolojinin ve her türlü ilerlemenin arkasında onların çocukları var. Halâ da, dünyanın en gelişmiş ülkelerine, ekonomilerine sahip olanlar onlar. Katillikleri, canilikleri, hırsızlık ve zalimlikleri var ama, orta da bir de gerçek var. Müslümanlar çok gerilerde, Kâfirler çok ileride. Bunu çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor. 
Atasözleri adı verilen, içerisinde binlerce yıllık bilgi birikimi, tecrübe, yaşam deneyimi ve ibretlik dersler barındıran yol gösterici, öğüt verici özlü sözler vardır. Bu sözler, bizim kültürümüzde  bir hayli fazladır. Çocuk eğitimi ve yetiştirme konusunda o kadar değerli ve önemli atasözlerimiz var ki, her biri binlerce sayfa kitap yazdıracak kadar anlamlıdır. Bu konuda söylenen atasözlerimizin her biri, yukarıda kısaca anlattığımız Vahşi Çocuğun yaşamı ve Avrupalılar'ın o çocuğun durumundan çıkardığı dersi, bir cümle ile anlatır. ''Ağaç yaşken eğilir''. ''Demir tavında dövülür''. ''Yedisinde ne ise yetmişinde odur''. Modern bilimlerin çok sonraları kabul ettiği çocuk eğitimi ve terbiyesi konusundaki bilgilere bizler, belki de binlerce yıldır sahibiz. Atasözlerimiz bunu ispat ediyor. Zaman zaman da atasözlerimizdeki manaya ve hakikatlere uygun olarak çocuk yetiştirme yoluna gitmiş, bu terbiye usullerini kullanmışız. Böyle yaptığımızda içimizden, günümüz dahil tüm zamanların  en parlak mimar ve mühendislerini, bilim insanlarını, devlet ve siyaset adamlarını çıkarmışız/çıkardık. Ama, atasözlerimizde ifade edilen hakikat, mana ve ruha uygun davranmayıp da çocuğu, onun eğitimini ve geleceğini yeteri kadar önemsemediğimizde yerle bir olmuşuz/olduk. Binlerce yılda nakış nakış işleyerek meydana getirdiğimiz eşsiz Türk-İslam medeniyeti Hıristiyan'ların, Allah'ın düşmanları karşısında süratle geriledi. Günümüzde olduğu gibi.  Bu konuya, hızlı bir şekilde yeniden eğilmemiz ve buna gereken önemi vermemiz bizim için ölüm kalım meselesidir. Çünkü onların karşısında her gün ölüyoruz.
Bir anne ve babanın çocuğuna bırakacağı en büyük miras; güzel ahlak, terbiye ve  içinde bulunulan zamanın, hatta gelecek zamanın bilgisini öğretmektir. Dinimiz İslâm'ın temelinde ahlak ve terbiye yer almaktadır zaten.  Ahlak ve terbiye hem bu dünyada kurtuluş için, hem de ahirette cehennemden  korunmak için gerekli en temel iki kıymettir. Bir kimsede eğer bu ikisi varsa, diğer maddi zenginlikler ve dünyalık nimetlerin de olması pek kolay ve doğaldır. Ardından anne ve baba için çocuğuna, hem içinde bulunduğumuz zamanın, hem de gelecek günlerin geçerli olan bilgisini öğretmek de hayati öneme sahiptir.  Çünkü hayat bilinmezlikler ve tehlikeler ile doludur. Bu zorluklar ile mücadele etmek veya zorluklardan en az zararla çıkmak için sağlam bilgilere gerek duyulur. Ayrıca, hakikatin, yani en geçerli eşyanın, maddenin ve araç gerecin  imal edilip  insan hayatında kullanılması ve Rabbimizin varlığını bize göstermesi açısından da zamanın bilgisini öğrenmek çok gereklidir.  Oysa şu an için, güzel ahlak ve terbiyeden, zamanın geçerli olan bilgisinden çok uzağız. Günümüzün geçerli teknik bilgisi Alman'da, Fransız'da, İngiliz'de, İtalyan'da, Rus'ta ve Amerikan'da var. Vahşi Çocuk olayını yukarıda anlattık. Adamlar, çocuk eğitiminin önemini ve insanın çocukluk döneminin tüm insan yaşamının en mühim kısmı olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu konuda Avrupa halklarının çok büyük kısmı yeteri kadar bilgi sahibi. İşte bundan dolayı her türlü medeni ve teknik vasıtalara, göz kamaştırıcı sanayi tesislerine ve devasa fabrikalara sahipler.  Dünya meydanı şu anda onların elinde. İstedikleri gibi at koşturup, istedikleri ülkede bomba patlatıyorlar. Onların yanında insandan, özellikle de Müslüman canından ucuz ve daha değersiz bir şey yok. Buna engel olabilecek ve dünyadaki zulmü önleyecek tek ülke Türkiye'dir. Bunu biliyoruz. Ama şu an için bundan epey uzağız. Çünkü, çocuk eğitiminden ve yetiştirmeden haberimiz yok. Amacım kimseyi suçlamak falan değil. Çünkü ortada suçlayacak bir kimse yok… Oysa suç hepimizde ! Bu gidişe dur demek için elimizde ve eteğimizde ne varsa ortaya dökmeliyiz. Eğitim için, bilgi için, bilim için, gelişme ve medeni olmak için, refah ve insana yakışır bir hayat yaşamak için, teknik üstünlük ve düşmanlarınkinden daha güçlü silahlara sahip olmak için, kanları sel suları gibi akan kardeşlerimize sahip çıkmak için, daldığımız dev uykusundan artık uyanmanın zamanı gelmedi mi? 
Bir ülkenin gelişmesi, kalkınıp ilerlemesi sadece devletin, yöneticilerin ve kamu görevlilerinin gayretleri ile olacak kadar kolay değildir. Eğer öyle olsaydı, ya gerileyip bugünkü seviyeye düşmez, yahut da bugüne kadar çoktan kalkınıp güçlenirdik. En kötü şartlarda bile devletimiz bir takım tedbirler alıyor, düzenlemeler yapıyor. Ama bu tedbir ve düzenlemeler vatandaşın seviyesine inemiyor, gereken desteği ve sahipliği vatandaştan göremiyor. Kalkınma, gelişip güçlenme ve teknik araç-gereçler yaparak ilerleme ülke vatandaşlarının tamamının katılımı ve ellerinden gelen gayreti göstermesi ile ancak olabilir. Bilgisayarı devlet yapmaz, interneti, nükleer silahları, akıllı telefonları, facebooku devlet icat etmez. Bunları vatandaşlar yapar, meydana getirir. Devlet de elinden geldiğince gereken desteği, katkıyı verir. Devletin ihmal ve kusuru olsa da, bu bizim tembel ve sorumsuzca davranmamızı haklı çıkarmaz. Akıllı telefon, araba garajında yapılmıştı meselâ. Bilgisayar yazılımının çok önemli bir kısmı, okulunu bitirmeden ayrılan ve şu anda dünyanın en zengin insanı olan biri tarafından icat edilmişti. Facebook denilen zaman öldürme makinesi, yine okulunu bitirmeden ayrılan bir genç tarafından yapılmıştı.  Google da sizin ve benim gibi iki kafa tarafından geliştirilmişti. Bu insanları da anne-baba ve bir çevre yetiştirdi. Annelerimiz, babalarımız, çevremiz ve biz neden yetiştiremiyoruz böyle kimseleri? Sorun çocuklarımızda olmadığına göre… SUÇ KİMDE?  Vahşi Çocukta mı?   
 

Editör: Haber Merkezi