Müslümanların en büyük düşmanı cehalettir. Hemen her sahada  bizi ilerletip kalkındırıcı, geliştirici, İslam ve millet düşmanları karşısında güçlendirici bilgiden yoksunuz. Cehalet içinde olmamızın ve hâlen de o şekilde devam etmemizin birden çok nedeni var. Maddi ve manevi olarak kalkınıp gelişmek ve ilerlemek başlı başına büyük bir iş ve bu çok yorucu, uzun uğraş gerektiren bir çalışma sonucunda ortaya çıkmaktadır. İstediğimiz gelişme, ilerleme ve kalkınma seviyesine ulaşmak için de toplumun tamamını, veya büyük bir kısmını düşünce, kafa, mantık, bilgi ve bilinç açısından hazırlamak gerekir. Bunun ise ne kadar zor olduğu ortada. İyi yaşamın ve insana fayda sağlayıcı bilginin insanlar tarafından ne kadar zor kabul edildiğini biliyoruz. Hatta, bazı kimseler halkı ve insanları iyiye, güzele, bilgiye, şuurlanmaya, en nihayetinde de ülke ve millet olarak kalkınıp gelişme amacı ile harekete geçmeye çağırdığı halde ilk başlarda, bazı halk gurupları ve kimseler tarafından öfke ve tepki ile karşılaşıyor. Demek istediğim insanları, özellikle de çocukluk ve gençliğinde ruhunu ve karakterini terbiye edici, eğitip güzelleştirici maddi ve manevi eğitimden yoksun kalmış yetişkinleri etkilemek, onlara güzel yaşam ve medeni hayat ile ilgili bir takım gerçekleri kabul ettirmek tahmin edilemeyecek kadar zor. Şüphesiz ki bununda bazı çok ciddi nedenleri var. Yoksa, bilmeyen kimseler, bilenler tarafından açıklanan, paylaşılan ve öğrenilmesi istenen faydalı çalışma ve bilgilere neden sırt çevirsin ve tepki göstersinler?

                ‘’Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır.’’ denir. Bu söz, aklı başında olan normal bir insanı sorumluluktan kurtarıyor gibi görünse de kurtarmaz. Çünkü, bilmeyen insan, bilmek ve öğrenmek için elinden geleni yapmıyordur çoğu zaman. Kendini eğitip geliştirmek ve toplum içinde kendine faydalı olacak bilgi ve donanıma sahip olmak için yeteri kadar uğraş vermiyordur. ‘’Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.’’ sözü belki bin yıl önce söylenmiştir. Bu sözü de duymayan kalmamıştır. Öğrenmemenin ayıp, ayıbın da kötü bir şey olduğunu herkes biliyor. O halde neden hâlâ câhil ve bilgisiz kimseleriz. Bilgimizi sınayan bir durumla karşılaştığımızda bilmemek ayıp değil sözünün arkasına sığınıp sorumluluktan kurtulmaya ve vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Bilmediğimizden dolayı ortaya çıkan hasar, kusur ve yetiştiremediğimiz çocuklarımızın vebali yakamızı hiçbir zaman bırakmaz, bırakmıyor da. Çünkü, Müslümanlar olarak sefalet içinde ve rezalet denecek bir durumdayız.

                Örneğin, çocuk eğitimi ve terbiyesini yeteri kadar bilmeyişimizin nelere sebep olduğunu  bir düşünelim. Geleceğimiz dediğimiz ve tüm ümidimizi kendilerine bağladığımız çocuklarımızı eğitmek ve yetiştirmek bir yana onları adeta zehirliyoruz. Ne demek istediğimi daha somut olarak anlamak için adına ‘’Canavar Deneyi’’ denen bir deneye göz atmakta fayda var. 1939 yılında Amerika’daki bir üniversitede ilginç bir deney yapılır. Yaşları 5 ile 15 arasında olan yetiştirme yurdundan 22 kimsesiz çocuk alınır. Bu çocuklardan 10 tanesinde konuşma bozukluğu vardır, yani bu çocuklar kekemedir. 22 kişilik bu çocuklar iki guruba bölünür. Bir gurupta 11 çocuk vardır. Her bir guruptaki 11 çocuğun 5 tanesi kekemedir. Diğer çocuklar normaldir. Her iki guruptaki bu çocuklara kekemeliklerini düzeltmeleri için 6 ay boyunca eğitim verilir. Gurubun birindeki çocuklar hata yaptıklarında, hataları iyi ve güzel sözlerle uyarılır, çocuklar devamlı övülür  ve cesaretlendirilir. Övülen, cesaretlendirilen ve hataları hoş görülen kekeme çocuklar çok ciddi gelişme gösterir ve konuşmaları epey düzelir. Normal olan çocuklar ise mükemmel derecede konuşurlar.  Diğer guruba ise tam tersi şeyler yapılır. Kekeme çocuklar hata yaptıklarında, eğitmenler çocuklara bağırır ve kızarlar. Bu çocuklar dövülür ve hataları yüzlerine vurulur: ‘’Siz beceriksizsiniz, sizden adam olmaz, gerizekalısınız, tembel herifler.’’ gibi şeyler söylenir. Sonuç ise tam bir felaket. Kendilerine kızılan, bağırılan, hakaret edilen ve dövülen kekeme çocukların neredeyse tamamı hem deney sonucunda, hem de yaşamlarının sonuna kadar kendilerini düzeltemezler. Hatta, normal olan diğer çocuklar  bile konuşma güçlüğü çekmeye ve diğer çocuklar gibi kekelemeye başlar. 2001 yılına gelindiğinde, deneyde kullanılan ve henüz hayatta kalan 6 kişi, deneyi yapan üniversiteye dava açarak yüklü miktarda tazminat kazanır.

                Bu bilimsel deneyin sonuçları ve bize öğrettikleri bu deney yapılmadan önce de böyleydi. Deneyden sonra da böyle.Günümüzde de aynı. Çünkü Rabbimiz, Tin Suresi’nde: ‘’…Ben insanı en güzel şekilde yarattım…’’ diyor. En güzel şekilde yaratılan insan, dayak, öfke, kızma ve hakaretle terbiye edilir mi? Olsa olsa, yine en güzel şekilde yol, yöntem, metot ve usul kullanılarak terbiye edilir. Biz Müslümanlar Amerikalıların, Avrupalıların ve diğer kimselerin bilimsel yol ve yöntemlerle elde ettiği bilgilere çok öncelerden beri sahibiz. Kuran’ı Kerim’ de ve Peygamberimizin hayatında genel olarak insanlara nasıl davranacağımız ve onları  nasıl eğiteceğimiz çok açık şekilde yer almaktadır. Özelde ise çocuk terbiyesi ve eğitiminde nasıl bir yol ve yöntem izleyeceğimiz belirtilmiştir. İşte bu hakikatleri, günümüz Müslümanları olarak bizler bilmediğimiz için sağlam kafalı, becerikli ve zeki çocuklar yetiştiremiyoruz. Müslüman ülkelerde becerikli ve nitelikli kimseler yetişmediği için, toplumun hemen her katında ve her sahasında büyük bir verimsizlik ve çoraklaşma baş gösteriyor. Müslüman ülkelerde savaş, zulüm, kavga  ve işgalin en büyük nedeni de budur aslında. Bu satırları okuyan ve okumayan herkesin, çocukluk ve belki de gençlik yaşamında bile yetişkinler tarafından hata, kusur, ihmal ve yanlış yaptıklarında azarlanıp, hakarete uğradığı, dövüldüğü olmuştur. Çocukluk ve gençliğinde öfke, hakaret ve dayak gibi normal çocuklara bile bildiğini unutturucu çirkin davranışlara maruz kalan nesillerden başarı, gayret, ilim ve irfan beklemek ne kadar doğru olur? Yukarıda oldukça ilginç ve sonuçları itibari ile çok korkunç bir deneyden bahsettik. Biz işin ciddiyetinin farkında şu an için değiliz, olamıyoruz. İşin ciddiyetinin farkında olmak için de yine bilgi ve bu bilgi sonucunda ortaya çıkmış olan bilinç veya diğer adı ile şuur gerekiyor. Yani, karşılaşılan her durum ve olaya anlam vermek, bu her durum ve olaydan da bize fayda sağlayan bir sonuç elde etmek için zihinsel çaba içinde olmamız icap ediyor. Bu çabayı vermek için de yine bilgi ve bilme işi devreye giriyor. Bilmeden ve bildiğimiz şeyi başta çocuklarımızın eğitimi ve yetiştirilmesi, ardından da her zaman ve zeminde müspet fayda sağlayıcı sonuca ulaşmak için kullanmadan başarıyı nasıl bekleyebiliriz?

Editör: Haber Merkezi