Not: Lütfen bir önceki yazı ile birlikte okuyunuz.

Aziz okur, hayatın bizim kavradığımızın ötesinde çok daha derin anlamları ve renkleri olabilir hatta olabilmelidir.

Birkaç yazıdır hakikat erişilebilirliğinin zorluğuna dikkatinizi çektim. Şimdi soruyorum kim buna cüret edebilir? Kim hakikati buldum iddiasında bulunabilir?

Allah’ın gönle şifa isimlerini meşk ettiğini işitip sarı çiçeği koparmayan Yunus bu iddiada bulunabilir. “Ben Allah’tanım” diyen Mansur bunu söylese yine garip gelmeyebilir.

Belki okuyucuya rijit gelecek ancak Taung Kalay Manastırı’nda inzivada olan bir Budist rahip neyin peşindedir? Ya da İmparatorlarının Güneş Tanrısının oğlu olduğuna iman eden bir Japon’un zihin dünyası neyle örülüdür? Ya da Thames Nehri’nde gezen kuğulara yan gözle bakmanın kraliyet ailesine hakaret olacağına (bu davranışın aynı zamanda cezaî yükümlülüğü bulunmaktadır) yürekten inanan bir İngiliz ne düşünmektedir?

Her dinin ve ideolojinin insana yüklediği ödev onu hakikate götürecek zihnî ve ahlakî sorumluluklarının farkına varmasıdır. Nitekim bu iddiasını kaybeden hiçbir din ve ideolojinin varlığını sürdürmesi mümkün olmamış ve tarihin karanlık sayfalarındaki yerini almak durumunda kalmıştır. Doğrusu, bize farklı inanç sistemlerinin birtakım uygulamaları garip gelse de, bu böyledir.

Konudan konuya değinmek istemiyorum ancak ekleme yapmak zorundayım. Bendeniz son zamanlarda hızla yayılan rasyonalist dini yaklaşımları son derece tehlikeli görmektedir. Tamamen rasyonalize edilmiş bir zihinle dogmatik ve metafizik inanç sistemini hakkıyla ve hakikatle kavramak mümkün değildir. Zira din dediğimiz mefhum hiçbir şart ve zeminde sadece akılla kavranılacak bir olgu değildir. Ayrıca olması mümkün de değildir.

Yapmayın lütfen, gözümüzle hiçbir şekilde görmediğimiz bir varlığa -Allah’a- iman ediyoruz. Bunun neresi tek başına rasyoneldir? Doğrusu ateistlerin, pozitivistlerin ve materyalistlerin açmazı buradadır. Oysa bilmek için aklımızı kullanırken inanmak için gönlümüzden istifade ederiz.

Diğer taraftan din sadece ayet-rivayetle de kavranamaz. Çünkü her konuya ilişkin müslümana hitap eden ayet-rivayet de bulunmamaktadır. Olması mümkün de değil zira ansiklopedilerce ayete ihtiyacımız olurdu ki hatta günümüz meselelerine ilişkin de ayet aramak durumunda kalırdık. Gördüğünüz gibi bu da eşyanın tabiatına aykırıdır.

Ancak defalarca meal okuduğum da doğrudur. Merak ediyorum, doğrudan bana hitap eden Rabbimin kitabında indirilenleri. Okuyanların da dikkatini çekmiştir. Kuran, sürekli akletmekten, düşünmekten, sorgulamaktan bahseder. Dolayısıyla bağnazlık asla Kuran’ı ve Peygamberi benimsemiş bir insanın sahip olabileceği bir özellik olamaz.

Yine modernist düşünce akımlarının da hiç değilse teorik anlamda her türlü bağnazlığa karşı oldukları görülmekte ancak bir önceki yazıda izaha çalıştığım gibi bu ekollerde de ciddi bağnazlıklara rastlamak mümkün olabilmektedir.

Her nasıl bir inanışa veya ideolojiye sahip olursa olsun insanı bağnazlığa götüren en önemli etmenlerden biri  ‘kendisinin hakikate eriştiği, gayrısının ise yanılgıda olduğu’ zannıdır.

Bu zan, son derece tehlikelidir. Zira ikna olmaya hazır olmayan bir zihnin bir başkasını ikna etmesi de mümkün değildir.

Aziz okur, o halde bizi hakikate götürecek diğer bir gereksinimin her türlü bağnazlıktan sıyrılıp ruhu ve düşünceyi özgürleştirmekle geleceği artık aşikar olmuştur.

Ancak ruh ve düşünce nasıl özgürleştirilebilir üzerine biraz daha yorulmalıyız.

Bâki selam ederim.