(1925-1993)
Dervişoğlu Hacı Mehmet Ergin ile Zeynep Hatun evlendiler. Bu evlilikten sırasıyla Ayşe, Mahmut, Mustafa, Hatice, İhsan ve Ömer isimli çocukları dünyaya gelir. Dervişoğlu Hacı Mehmet Efendi, dini bütün bir insandı. Varlıklı dindar bir ailenin çocuğuydu. Milli Mücadele savaşına katılmış, çavuş rütbesiyle gazi olmuştu. Türk-İslam aile geleneğinde peygamber sevgisinden dolayı, her aile genelinde peygamber sevgisinden dolayı, erkek çocuklarından birinin ismi ya Ahmet ya Mustafa ya da Mehmet olurdu. Üçüncü çocuğu oğlan olunca Mustafa ismini verdiler.
Mustafa’nın çocukluk yılları, Cumhuriyetin ilk yıllarıydı. Ülke yeni savaştan çıkmış, halk yorgun ve perişandı. İnsanlar yokluk, kıtlık içerisinde hayat mücadelesi veriyordu. Hacı Mehmet Efendi Yarpuz’un (Afşin) varlıklı ailelerindendi. Tarla, takım çok olduğundan Dervişoğlu çiftçilikle uğraşıyor, çocuklarını perişan etmediği gibi mahalledeki fakir fukara ya da unluk, bulgurluk, yarmalık buğday yardımı da yapıyordu. Dervişoğlu yardımsever bir insan olduğundan komşuları tarafından çok seviliyor ve ona saygı gösteriyorlardı. 
Mustafa herkes gibi normal bir çocukluk geçirdi. Ayağına çok şahbazdı. Zaman zaman kendine sevdiği türküleri söylerdi. Mustafa, çocukluk ve ergenlik döneminde çiftçilikle uğraştı. İnneci Hoca’dan (Hüseyin Yılmaz) ve Habbalı Durdu Hoca’dan Kur’an dersleri aldı. Bir süre hafızlığa çalıştı. Mustafa’nın sesi çok güzeldi. Bundan dolayı da Kur’an-ı Kerimi de güzel okuyor, bazen uykusunda bile Kur’an okuyordu. 
Mustafa orta boylu, yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Güler yüzlü, güzel bir delikanlıydı. Saçları simsiyahtı, kaşları yay gibiydi, gözleri zeytin siyahıydı, kulakları ve burnu çok kibardı. 
II. Dünya Savaşı sona ermişi. Türkiye II. Dünya Savaşına girmemiş ama savaştan dolayı askerlik uzamış, devlet vergileri arttırmış, halk büyük geçim sıkıntısı çekiyordu. 
Mustafa’nın askerlik celbi gelmişti. Mustafa İstanbul Küçükçekmece’ye asker olarak gidecekti. Mustafa bu yaşına kadar Afşin’in dışına çıkmamıştı. Afşin’i çok seviyor ve Afşin’den ayrılmak ona çok zor geliyordu. Zaman zaman hüzünleniyor, sözleri de kendisine ait olan şu türküyü söylüyordu: 
TÜRKÜ
Bir yanı Beyceğiz, bir yanı Payamca,
Meyveyi yetirir hiç komaz hamca,
Afşin’i ne kadar methetsem anca,
Güzel Afşin gibi yer mi bulunur?

Güzel olur, Arap atların huyu,
Izgın’dan beride çıkmaz; su, kuyu,
Sana diyom sana, ey Atlas suyu,
Allahaısmarladık biz gider olduk.

Dinari de deli gönül dinari,
Gönül gezmek ister, böyle diyari,
Emirli’de güzel Çoban Pınarı,
Allahaısmarladık biz gider olduk.

Not. Kaynak kişi emekli öğretmen Mustafa Cemil Arıkan
Mustafa, Afşin, Elbistan ve Kapı Dere İstasyonundan trene binerek İstanbul Küçükçekmece’ye askerliğini yapmak için gitti. Mustafa askerde izne gelmedi. Yirmi dört ay olan askerliğini izin kullanmadığı için yirmi iki ay yaparak Afşin’e döndü.
Mustafa askerden geldikten sonra içine kapandı. Kimseyle konuşmuyor, sohbetlere katılmıyordu. Çoğu kez Kur’an okuyor, tek başına zikrediyordu. Zaman zaman Eshab-ı Kehf’e yürüyerek gidiyor, çoğu kez geceyi orada geçiriyordu. Mustafa bir şeyler mırıldanıyor, kendi kendine konuşuyordu. Eskisi gibi türkü söylemiyor ancak evlerinin tahta çardağına çıkıyor, yüksek sesle Hz. Ömer, Hz Osman, Hz. Ali ile ilgili şiirler okuyordu.
Hazreti Ömer,
Belinde kemer,
Çocuk gibi döner,
Hak meydanında.

Hazreti Osman,
Dilinde Kur’an,
Okuyor her an,
Hak meydanında.

Hazreti Ali,
Şüphesiz Veli,
Tanrı aslanı,
Hak meydanında.
Kaynak Kişi: Emekli öğretmen Hilmi Arıkan
Mustafa’nın derdinin ne olduğunu kimse bilmiyordu. Fiziksel bir engeli, kusuru yoktu. Mustafa’nın psikolojik sorunları vardı. Mustafa’da kimseden yardım istemiyordu. Mustafa, babası Dervişoğlu Mehmet Efendi’nin ölümüyle büyük bir şok daha yaşadı. Mustafa’nın annesi Zeynep Hatun muhterem bir kadındı. Mustafa’yla çok konuştu. Evlendirmek istedi ama Mustafa annesinden de yardım istemedi, evlenmedi.
Mustafa zaman içerisinde çok değişti. Daha önceleri takım elbise giyen Mustafa kılık kıyafetine dikkat etmiyordu. Burnu akıyor, çoğu kere sümüğünü ceketinin koluna siliyor, bazen de hiç silmiyor, öylece dolaşıyordu. Mustafa, temizliğine önem vermiyordu. Ceketinin sağ cebi dışarıda, arkadan astar yırtılmış sallanıyordu. Mustafa’nın giydiği şapka kir içerisindeydi. Ayağındaki şalvar yırtık pırtıktı. Elleri ve ayakları toz kir içerisindeydi. Bazen kirli ellerinin üzerine çöple eski harflerle bir şeyler yazıyordu.
Mustafa’nın annesi ve kardeşleri, Mustafa’yı ne kadar ikna etmek isteseler de işe yaramadı. Mustafa kendi bildiğinden şaşmadı. Artık Afşin’de Dervişoğlu Deli Mustafa olmuştu. Mustafa, Afşin’de insanlardan Allah rızası için sadaka istemeye başlamıştı. Para istediği kişilere “arkadaş, komşu” hitaplarıyla sesleniyordu. “beş kuruş” sadaka ister, sadaka istediği kişiyi sadaka almadan bırakmazdı. Bir de sadaka veren kişi cebinden para çıkardı mı Mustafa en büyük parayı almak için çabalardı. 
Zaman içerisinde herkes Mustafa’ya alıştı ve Mustafa’yı çok sevdi. Çünkü Deli Mustafa ömrü boyunca kimseyle kavga etmedi, kimseyle küfürlü konuşmadı. Çocukları ve kadınları rahatsız etmedi. 
Mustafa Ulu Camii’nin (Pir Ali) müezzini Hüseyin Yanar ile anlaşamazdı. Hüseyin amcanın bir kolu kesik olduğundan, halk arasında ismi söylenmez, hep kolu kesik diye bahsedilirdi. Mustafa’nın üstü başı hep kirli olduğu için Hüseyin amca Mustafa’yı camiinin temizliği konusunda uyarırdı. Mustafa’da kolu kesikten çekinirdi. Camii’ye geldiğinde Kolu Kesik’in olup olmadığını kontrol eder, o yoksa Camii’ye rahatça girerdi. Mustafa’nın bir huyu daha vardı. Cemaat farz namazını kılarken Camii’ye gelir, arkada boş yer olduğu halde, cemaati elleriyle yararak en ön safa geçer, imama uymadan tek başına hızlı bir şekilde namazını kılar, cemaatin namazı bitmeden, vatandaşı rahatsız ederek dışarı çıkardı.
Mustafa, yaz mevsimini çok severdi. Çünkü ömrü çarşıda, sokaklarda geçiyordu. Kış geldi mi Mustafa’nın keyfi kaçardı. Mustafa çok üşürdü. Bundan dolayı kışın Camii de Mustafa’nın yeri sobanın yanıydı. Camii sobasına ya sırtını, ya yanını verirdi. Bazen sobaya o kadar yaklaşırdı ki ceketin kolları, omuz başları yanardı. 
Mustafa, insanlardan topladığı paraları genellikle Afşin’de esnaflık yapan sevdiği ve güvendiği insanlara verirdi. Halkın inancına göre Mustafa’nın para verdiği insanlar yokluk, fakirlik çekmez, zengin olurlardı. Afşin esnaflarından Çelik Mehmet’e, Selahattin Çitil’e Durmuş Ali Peker’e topladığı paraları verirdi. 

Dervişoğlu Mehmet Efendi bizim yakın komşumuzdu. Annem, babam ailecek görüşürlerdi. Ben küçükken Mustafa’dan korkardım. İlkokul, ortaokul derken lise yıllarımda Mustafa’yla dostluğumu geliştirdim. Birbirimize komşu diye hitap ederdik. Lise yıllarımda sigara içtiğim için Mustafa’ya sigara verirdim. Mustafa gençlerle sohbet etmeyi severdi. Elektrikçi Durdu’nun dükkânının önünde Mustafa ile birlikte çay içiyor, Mustafa’yla sohbet ediyorduk. İneci Hoca, bize selam verdi Hoca’nın selamını saygı ile aldık. Mustafa birden ayağa fırladı. Cebinden çıkardığı ki lirayı İnneci Hoca’ya uzattı:
-Hocam, sen bana Kur’an öğrettin. Hakkını ödeyemem şu parayı al, dedi.
İnneci Hoca gülümsedi:
-Sağ ol Mustafa, gerek yok. Dediyse de Mustafa parayı zora Hoca’ya verdi.
Aradan yılar geçmişti, öğretmen olmuştum. İki yıl Çorum, bir yıl Elbistan’da öğretmenlik yaptıktan sonra Afşin Lisesi’ne atandım. Mustafa’yla aynı mahallede oturduğumuzdan sık sık karşılaşıyorduk. Sigarayı bıraktığım için Mustafa’ya sadaka olarak para veriyordum. Mustafa’yla dostluğumuz devam ediyordu. Bu arada evlendim, iki çocuğum oldu. Mustafa’nın benden para istediği her gün Mustafa’ya dedim ki:
-Mustafa sürekli ben sana para veriyorum. Bir kerede sen bana para ver.
Mustafa biraz düşündü:
-Komşu, sana para vereceğim dedi ama ban para vermedi.
Kahramanmaraş’tan arkadaşlarım gelmişti. Dedebaba Türbesini ziyaret ediyorduk. Mustafa ile karşılaştık. Mustafa yabancıları görünce hemen sadaka parası istedi. Arkadaşlarımın biri cebinden beş binlik, on binlik, yirmi binlik çıkardı. Şimdiki parayla beş lira, on lira, yirmi liraydı. Böyle durumlarda Mustafa en büyük parayı alırdı. Benim müdahale etmeme rağmen Mustafa yirmi lirayı aldı. Mustafa’ya bu davranışından dolayı kızmıştım.
Mustafa’yı nerde görsem, ben para istemeye başladım. Çünkü bana söz verdi.
Mustafa’yı o kadar çok sıkıştırdım ki, beni görünce ya kaçıyor, ya da yolunu değiştiriyordu. Mustafa artık benden para istemiyor, yanıma da yaklaşmıyordu. Anladım ki Mustafa bana küsmüştü.
Hayatın akışı içinde birkaç yıl geçmişti. Vergi Dairesi’nin al katından Efsus Tüketim Kooperatifimiz vardı. Kooperatiften bir şeyler aldım ve çıkış kapısına yöneldim. Kapıda Mustafa ile kafa kafaya karşılaştık. Mustafa’ya bir şey demeden yoluma devam edecektim.
Mustafa:
-Komşu, sana para verecektim. Şu parayı al diyerek avucuma metal bin lira para verdi. Yıl 1991. Parayı aldım. Sevinçle Mustafa’ya sarıldım. Teşekkür ettim. Çok sevinmiştim çünkü benimde uğurlu bir param olmuştu. Mustafa’nın parası manevi bakımdan çok değerliydi. Bu parayı kaybetmeden ömür boyu saklamaya karar verdim. Ertesi gün Japon yapıştırıcısı aldım. Kahverengi bond çantamın iç kısmına koparılmayacak biçimde yapıştırdım. Mustafa’yla barışmıştık. Karşılaştığımızda selamlaşıyorduk, eskisi gibi sık olmasa da zaman zaman Mustafa’ya sadaka parası veriyordum.
Yurtdışı öğretmenlik sınavını kazandım. Suudi Arabistan’da Cidde Uluslararası Türk Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyat öğretmenliği yapacaktım. Ankara Esenboğa Hava Limanından Suudi Arabistan Cidde şehrine uçacaktım. Polis kontrol noktasından geçerken cihaz öttü. Polisler:
-Çantada çakı, tırnak makası, metal para var mı? Diye sordular.
-Hiç bir şey yok, defter, dosya, kalem var dedi.
Polisler bont çantamı açmamı istediler. Çantayı açtım, Polis dosyaları, belgeleri kaldırınca Deli Mustafa’nın bana verdiği  metal parayı gördü. Parayı almak için elini uzattı. Polisin bileğini ani bir refleksle havada yakaladım.
-Sakın o parayı koparma! O para benim bereket param. Deli Mustafa’nın parası…
Polis memuru şaşırmışı:
-Tamam, tamam Beyefendi! Sebep anlaşılmıştır, geçebilirsiniz, dedi.
Yurtdışına gidip geldim. Mustafa’nın bana verdiği uğurlu para halen bont çantamda yapıştırdığım yerde durmaktadır. 
Mustafa Afşin’de yediden yetmişe herkes tarafından çok sevilirdi. Mustafa’nın kerametlerinden bahsedilmeye başlandı. Halk arasında Mustafa’yla ilgili kerametler, hatıralar yayılmaya başladı.
 Mustafa’nın çok yakın komşusu olan tüpçü Recep Doğan, şöyle bir hatırasını anlattı:
-Yedi, sekiz yaşlarında çocuktum. Anam bir istek için beni Dervişoğlu’nun evine gönderdi. Salona vardığımda Mustafa bağdaş kurmuş iştahla yemek yiyordu. Arkası bana dönüktü, beni görmüyordu. Mustafa’nın sağ cebinde bozuk paralar gördüm. Aklıma bir cinlik geldi. Hemen bir plan yaptım. Salonun kapısını kaçmak için açık bıraktım. Mustafa’nın arkasından sessizce yaklaştım. Sağ cebine elimi daldırdım. Alabildiğim kadar bozuk parayı alarak kaçtım. Mustafa beni kovaladı ama yakalayamadı. Eve geldim. Heyecanla bozuk parayı saydım. Tam on altı liraydı. Uzunca bir süre Mustafa’ya görünmedim. Mustafa’yı görünce kaçtım. Bu olaydan sonra Mustafa bana Mızmırık dedi. Mustafa sevmediği kişilere mızmırık derdi. Aradan yıllar geçti. Mustafa’ya on altı lira yerine yüz lira vereyim dedim. Mustafa bana cevap bile vermedi. Hacca gitmiştim. İhramlı bir şekilde Kâbe’yi tavaf ediyordum. Oda ne? Gözlerime inanamadım. Mustafa ihramlı bir şekilde Kâbe’yi tavaf ediyordu. Gözlerimi ovaladım, bir daha dikkatli baktım. Kesinlikle Mustafa’ydı. Yanına yaklaşmak istedim ama mahşeri kalabalıktan dolayı Mustafa’ya ulaşamadım. Hac görevimi tamamlayıp Afşin’e geldim. Mustafa’yı Kâbe’de tavaf ederken gördüm desem bana kimse inanmayacaktı. Belki de bazıları bana Recep kafayı yemiş diyeceklerdi. Yıllarca bu sırrımı kimseyle paylaşmadım. Mustafa öldükten sonra bu olayı anlattım. 
Dedebaba Mahallesinden Mustafa Gülbahar Mustafa ile ilgili bir rüyasını şöyle anlatıyor:
-Bir gece rüyamda bana dediler ki: “Seni bir evliyayla görüştüreceğiz”
-Görüşeceğim evliya kimmiş? Dedim. 
Evliyanın kim olduğunu merak ediyordum. Karşıma Dervişoğlu Mustafa’yı getirdiler. 
-İşte görüşeceğin evliya bu, dediler. 
Mustafa’yla güreşmeye başladık. Bir ara Mustafa’nın dalgınlığından faydalanıp onu sırtüstü yıktım. Gözlerimi açtığımda hızlı hızlı nefes alıyordum. Kan, ter içerisinde kalmıştım. Dedim ki:
-Emmioğlu seninle güreşelim mi?
Mustafa bana baktı, gülümsedi:
-Gece beni yendin, yetmedi mi? Kaç kere yıkacaksın?
Mustafa’nın kapı komşularından olan Emekli Öğretmen Hilmi Arıkan Mustafa’ya demiş ki:
-Mustafa senin paraya ne ihtiyacın var? Neden insanlardan para istiyorsun?
Mustafa şöyle der:
-Benim paraya ihtiyacım yok ama milleti sadaka vermeye alıştırıyorum. 
Mustafa’nın komşularından ve aile dostlarından olan Sıtkı Gönen şöyle bir hatıra anlatıyor:
Ankara’daki akrabalarımızdan bir haber geldi. Şaziye anne diye bir hanımefendiye yardımcı olmamızı istediler. Şaziye Anne’yi terminalde karşılatıp, evimize misafir olarak getirdik. Şaziye Anne, tesettürlü, zengin bir hanımefendiydi. Kibar ve bakımlı bir kadındı. Biz Afşin’e neden geldiğini merak ediyorduk.
Şaziye Anne dedi ki: 
-Ben, Afşin’e evliya Mustafa Efendi’yi ziyarete geldim.
Biz evliya Mustafa Efendi kim bilmiyorduk.
-Mustafa Efendi’nin soyadı, ya da sülalesi kimmiş? Diye sorduk.
Şaziye Anne dedi ki:
-Dervişoğlu Mustafa Efendi, dedi.
Biz, şaşırmıştık ama belli etmemeye çalıştık. Şaziye Anne’nin aradığı kişinin Mustafa olduğunu anladık. Kadın: Ben onunla görüşmek istiyorum, dedi.
Sonbahar mevsimin soğuk ve yağışlı bir günüydü. Mustafa’yı aradık taradık ama bulamadık. Şaziye Anne’ye Mustafa’yı bulamadığımızı söyledik. Şaziye Anne:
-Mustafa, Dedebaba Türbesi’nin oradadır, dedi. Mustafa türbenin yanındaydı. Hayretler içerisinde kaldık. Mustafa’yı eve götürdük ve yağıştan dolayı üstü başı yaş içerisindeydi. Mustafa odaya girdi, sobanın yanına oturdu. Şaziye Anne ile hiçbir şey konuşmadan iki saat kadar sessizce tevekkül ederek önlerine bakıp oturdular. 
Mustafa: 
-Benim işim var, diyerek evden ayrıldı.
Şaziye Anne: 
-Sakın bunlara deli demeyin, Bunlar Allah dostudur, dedi.

Ahmet Duran Kanat Anlatıyor:
-Bir gece rüyamda Hacca gitmişim. Zemzem kuyusunun başında Mustafa’yla karşılaştım. Ban:
-Icık zemzem ver arkadaş, diye seslendi. Bende maşrapayla Mustafa’ya zemzem verdim. Bir daha ver, dedi. Bir daha daldırıp verdim. Mustafa verdiğim zemzemi kana kana içti. Sabah namazı ezanın sesiyle rüyadan uyandım. Sabahleyin erkenden dükkânı açtım. Baktım ki Mustafa, Ahmet Duran Kavasoğlu’nun dükkânının önünde güneşleniyor. Ben daha ağzımı açmadan,
-Bir tas su verdin, başıma kalkma arkadaş! Dedi.
Şaşırıp kaldım.
Şaban Ceren anlatıyor:
-Kahramanmaraş’a gitmiştim. Maraş’tan dönerken arabada uyuklamaya başladım. Sürdüğüm araba uçuruma gitmek üzereyken arabayı Dervişlerin Mustafa’nın tuttuğunu gördüm. Arabayı sağa çektim, oralardan aşağıya inerek Mustafa’yı aradım fakat göremedim. Afşin’e geldiğimde Mustafa ile karşılaştık. Ben daha bir şey söylemeden Mustafa:
-Arabayı sürerken uyuma arkadaş! Dedi. Ben şaşırıp donakalmıştım. 
Mehmet Sertdemir anlatıyor:
Malatya Darıca’da petrol işleten kişilerin tankeri, Gavur Dağı’nda kaza geçiriyor. Tanker uçuruma yuvarlanacakken Mustafa Efendi, tankerin uçurumdan yuvarlanmasını engelliyor. Tanker şoförü bunu görüyor. Kömürler de kazayı anlatıyor, bir Allah dostu beni kurtardı, diyor. Kömürler’de meczup bir kişi varmış, tankerin uçurumdan yuvarlanmasını engelleyen kişinin Afşin’de Dervişoğlu Mustafa olduğunu söylüyor. 
Kemal Sönmez Malatya’dan Afşin’e gelirken havanın çok yağışlı olmasından dolayı Darıca’da petrol istasyonuna sığınıyor. Nerelisin? Diye soruyorlar. O da Afşinliyim, diyor.
Petrolcüler diyor ki:
-Afşin’den birini sorsak tanır mısın?
-Kim?
-Dervişoğlu Mustafa’yı tanır mısın?
-Ha bizim sümüklü Deli Mustafa, deyince petrolcüler:
-Sen evliya bir adama nasıl hakaret edersin! Diyerek Kemal Efendiye kızıyorlar, hatta tokatlıyorlar. 

Mustafa ömrünün sonlarına doğru hastalıklarla uğraşmaya başladı. Saçı, sakalı ağarmıştı. Koşar gibi yürüyen Mustafa artık yavaş yavaş yürüyordu. Kimseden sadaka istemiyordu. Son yıllarda Afşin Güreş Festivaline de geliyordu. En çok sevdiği arkadaşı, Çobanbeyli’den Ali Gül ile vakit geçiriyordu. Güreş ağalığı için yapılan açık arttırmada halkın verdiği paraları anons masasına yarış içerisinde götürüyorlardı. Güreşlere ayrı bir güzellik ve manevi bir zenginlik katıyorlardı. 
Yunus Emre der ki:
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hanı bunun ilk sahibi,
Mal da yalan, mülkte yalan,
Var biraz da sen oyalan.
Mustafa. 1993 yılında elim bir trafik kazası sonunda rahmet-i Rahman’a yürüdü. 
Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.