Mektep talebelerin hepsi evlerine dönmüştü ama Duran yine eve gelmemişti. Buruk Hatçe kapıyı yavaşça açtı, küçük tahta balkona çıktı. Yola baktı gelen giden yoktu. Duran’ın geç kaldığı zamanlarda hep içi daralırdı.  Ah Duran! Canımın içi, seni çok sevdiğimi, çok merak ettiğimi bildiğin halde niye eve hemen gelmiyorsun? Yapma bunu gadasını aldığım, diyerek söylenirdi.

Sırtındaki çantayla Duran göründü. Okul bahçesinde arkadaşlarıyla top oynadığı için geç kalmıştı. Anasının söyleyeceklerini ezbere biliyordu:

-Oğlum, Duran’ım gadasını aldığım, canımın içi... Seni göremeyince, geç kalınca aklıma bin bir türlü olay geliyor. Çok korkuyorum. Ne olur! Mektepten sonra hemen eve gel. Duran anasını dinledi. Her zamanki gibi aynı şeyleri söylüyordu onu önemsemedi. 

Ana ben ilkokul beşinci sınıfa gidiyorum. Büyüdüm artık, beş yıldır aynı şeyleri söylüyorsun. Geç kaldığım zaman beni merak etme…

Buruk Hatçe orta boylu, beyaz tenli, oldukça zayıf bir kadındı. Zayıflıktan, bakımsızlıktan ellerinin üzerindeki mavi damarlar belirgin bir şekilde görünüyordu. Başında kirlenmiş bir bürük vardı. Buruk Hatçe’nin aklında fikrinde hep oğlu vardı. Komşu ziyaretinde kendine ikram edilen bir elmayı, portakalı, mandalinayı kendisi yemez, Duran’ın yemesi için eve getirirdi. Tandırda yufka ekmek yapan kadınların yanına gider, oğlu için bazlama ya da çökelekli börek yaptırır, eve getirir ve oğlunun sıcak sıcak onları yemesini söylerdi.  Komşularla konuşurken genellikle ağlamaklı bir sesle konuşurdu. Onun ağlamaklı sesini duyanlar, onu iki gözü iki çeşme ağlıyor sanırlardı ama onun gözlerinden bir damla yaş akmazdı. Çünkü çok ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. Mahalleli bu duruma alışmıştı artık.

Buruk Hatçe ağlayarak konuşurken yüzü ütüsüz gömlek gibi buruşuk olurdu. Mahallenin kadınları bundan dolayı Buruk Hatçe derlerdi. Kocası Durdu emmi, kısa boylu kendi halinde sessiz sedasız bir adamdı. Hiçbir işte çalışmadığı için yarım ağa derlerdi. Bundan dolayı mahallede ona yarım ağanın Hatçe derlerdi. Buruk Hatçe yoksulluk içinde bir odada yaşıyordu. Tek göz odanın doğudan bir giriş kapısı ve iki kanatlı ahşap bir penceresi vardı. Pencere küçük olduğu için odanın aydınlanması için yetersizdi. Sabahleyin oda güneş alırdı, öğleden sonra karanlık olurdu. Dikdörtgen odanın batısında yatakların konduğu bir yüklük vardı. Odanın sol tarafında Durdu emminin yer yatağı vardı. Duvarda tahta bir askılık, üzerinde kirli gömlekler, kazaklar…  Odanın sağında Buruk Hatçe’nin ve Duran’ın yer yatakları vardı. Duvarda bir gaz lambası yerde eski bir kilim. Odanın tabanı topraktı. Odanın güneyinde telli bir dolap vardı. Ağaç dolabın alt raflarında birkaç bakır kazan diğer raflarda bakır sabanlar, bardaklar kaşıklar…

Buruk Hatçe ile Durdu emmi birbirleriyle küstü. Doğrudan hiç konuşmuyorlardı. Komşular bunları barıştırmak istediler ama mümkün olmadı. Bu duruma herkes zaman içinde alışmıştı. Duran ikisini de idare ediyordu.  Buruk Hatçe Durdu emminin evde olduğu bir anda konuşmaya başladı:

-Duran babana söyle, çay, şeker, pirinç, bulgur, makarna kalmadı.

Durdu emmi:

-Duran tamam… Ben evin eksiklerini duydum ama anana söyle üç aydır çarşafım yıkanmadı. Gömleklerim kirli duruyor. Allah rızası için yıkasın. Yaptığı yemeklerden bana da ayırsın. Duran bu duruma üzülüyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Günler aylar, yıllar geçti. Duran ortaokulu bitirdi. Fakirlikten dolayı okuyamadı. Bir meslek edinemedi. Çareyi askere gitmek te buldu. Buruk Hatçe’nin dünyası karardı. Onun gözünde Duran hala çocuktu. Biricik can yoldaşıydı. Rüyasında bile Duran’ı görüyor, onu seviyordu.  Bu hasretliğe dayanacak gücü yoktu. Yaklaşık iki ay sonra Duran’ın ilk asker mektubu geldi. Dünyalar Buruk Hatçe’nin oldu. Duran’ın asker fotoğrafını koynunda saklıyordu. Komşu çocuklarından birine asker mektubunu okuttu. Can kulağıyla dinledi. Karşılaştığı komşularına Duran’ın askerlik fotoğrafını gösteriyordu. Duran yirmi dört ay askerlik yapacaktı. Acemi birliğinden sonra onbaşı, daha sonra çavuş oldu. Duran’ın forsuna diyecek yoktu. Çavuş rütbesiyle bir fotoğraf çektirdi. Anasına mektupla birlikte gönderdi. Buruk Hatçe, mektup eline geçince havalara uçtu. Tandırda güz ekmeği yapan kadınların yanına gitti.

-Duran’ın mektubu geldi. Mektubu okutacak bir talebe bulamadı. Aha da fotoğrafı! Yufka ekmek yapan kadınlara gururla gösterdi. Çaparların Halil Çavuş’un oğlu Harun, anasını çağırmak için tandıra geldi. Buruk Hatçe hemen onu yakaladı:

-Harun’um, Duran’ımdan mektup geldi. Mektubu oku da dinleyelim.

Harun mektubu aldı, okumaya başladı. Duran öncelikle selam ediyor, anasının ellerinden öpüyordu. Çavuş olduğunu övünerek anlatıyordu. Yediğim önümde, yemediğim ardımda. Komutanlarım beni çok seviyor, bana çok güveniyorlar, diyordu.  Tandırda ekmek yapan kadınların hepsi Duran’ı yakından tanıyorlar, kendilerine de selam bekliyordu. Harun göz ucuyla tandırdaki kadınlara baktı. Selam faslını başlattı.

-Çeliklerin Hacer ablanın, Çaparların Hatice Teyzenin, Sobacı Zahide ablanın… Ellerinden öper, hepsine selam ederim. Harun, Duran’ın ağzından tandırdaki kadınların hepsine ayrı ayrı selam etmişti. Bütün kadınlar mutlu olmuştu. Dediler ki:

-Gadasını aldığımız Duran hiçbirimizi unutmamış.

Aradan birkaç ay geçmişti. Yine Duran’dan mektup geldi. Buruk Hatçe yine tandırda ekmek yapan kadınların yanına vardı. Duran’ın mektubunu okuması için bir kız çocuğuna verdiler. Kız çocuğu mektupta ne yazıyorsa aynen okudu. Duran mahallesinden kimseye selam edip, ellerinden öpmemişti. Ekmek yapan kadınlar bu duruma bozuldular. İçlerinden biri:

-Bu kız mektubu iyi okuyamıyor, Harun daha iyi okuyordu, dedi.

Duran askerliğini bitirdi. Afşin’e geldi. O yıllarda ortaokul mezunları polis oluyordu. Askerliğini de çavuş olarak yaptığı için polis oldu. Buruk Hatçe, yine Duran’ın yolunu gözlemeye başladı. Duran görev yaptığı karakolda komiserinin kızıyla nişanlandı ve evlendi. Buruk Hatçe’yi ve Durdu emmiyi nişana ve düğüne davet eden olmadı. Buruk Hatçe Duran’ın nişan ve düğün fotoğraflarını koynunda taşıdı. Konu komşuya sevinçle gösterdi. Duran eşini hiç Afşin’e getirmedi. Bir süre sonrada anasına ne mektup yazdı, ne fotoğraf nede para gönderdi. Buruk Hatçe’nin günleri yokluk, açlık, fakirlik içinde geçti. Eskiden mahallede dolaşan, komşuları ziyaret eden Buruk Hatçe, evden çıkmaz oldu. Buruk Hatçe fakir ama gururlu bir kadındı. Açlıktan ölse de kimseden bir şey istemezdi. Kış çok soğuk geçmişti, zatürre olmuştu. Doktora götürecek kimsesi, ilaç alacak parası yoktu. Hayata küsmüştü, yaşama ümidi kalmamıştı. Buruk Hatçe’nin hastalığını duyan komşular yardıma koştu.  Kendi aralarında erzak hazırladılar. Buruk Hatçe’nin yanına vardıklarında yaşama umudu kalmamış, göz bebekleri sönmüş, sesi soluğu çıkmayan bir kadınla karşılaştılar. Hepsi çok üzülmüştü. İçlerinden biri tarhana çorbası getirmişti. Sıcak sıcak içirmek istiyordu iki kaşık tarhana çorbasını güçlükle içti. Başka bir kadın bir kaşıkta zemzem içirdi ama artık yaşama sevincini kaybetmişti. Komşu kadınların söylediklerini duymuyor, anlamıyordu. Birden kalp atışları hızlandı, göğüs kafesi hızlı hızlı inip kalkmaya başladı. Hırıltıyla nefes alıyordu. Kadınlardan biri:

-Hatçe bacı, Duran’a telefon etmişler, Duran gelecekmiş, seni doktora götürecekmiş, diye moral vermeye çalıştı. Buruk Hatçe Duran’ın ismini duyunca gözlerini yarı baygın açtı. Eliyle öyle bir işaret yaptı ki artık kimse umurunda değildi. Hızlı atan kalp atışı yavaşlamaya başladı. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Artık hiçbir şeyi duymuyordu. Hırıltılı nefesi birden kesildi. Gözleri açıldı, çenesi düştü. Bütün dertleri bitmişti. Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.

Duran, anasının cenazesine gelmedi. Daha sonra babası öldü, babasının da cenazesine gelmedi.

Komşular dediler ki,

-Buruk Hatçe’nin ahı yerde kalmaz!

Duran, hayırsız, vefasız çıktı…