Abdurrahman Ağa köyün hatırı sayılır zenginlerindendi

Köyde herkes tarafından çok sevilir ve sayılırdı. Köydeki düğünlere, cenazelere gider, üzerine düşeni yapardı. Köyde imam hakkını çoğu kez tek başına kendi karşılar, caminin kışlık yakıtı için söğüt ağaçlarını kestirir, odun ederdi. Dürüst, iyi bir insandı.

Naciye Hanımla evleneli otuz yıl olmuştu. Bu evlilikten iki kız, bir oğlu oldu. İki kızını evlendirip torun sahibi olmuştu. Hafta sonunda oğlu Ahmet’in düğününü yapacaktı. Düğün okuntusuyla (davetiye) Naciye Hanım ilgileniyordu. Daha önceki düğünlerde kime altın, kime para götürdüklerini takı listesinden kontrol ediyordu.

Naciye Hanım, altın biriktirmeye çok düşkündü. Ne zaman eline para geçse hemen çeyrek, yarım, tam altın alırdı. Altınları biriktirir, acil ihtiyaç olursa da kocasına yardımcı olur ama altınları borç olarak verirdi.

Abdurrahman Ağa‘nın evinin önündeki çayırlık alan düğün için hazırlandı.

İki kavak ağacı arasına büyükçe bir Türk Bayrağı asıldı. Masalar, sandalyeler yerleştirildi. Cuma akşamı çitte davulla düğün başladı. Düğün üç gün sürecekti. Pazar günü saat 10 gibi gelin alınacaktı. Köyün gençleri çayırlıkta halay çekmeye başlamadan önce içlerinden biri gür bir sesle;

-Atalım, atalım…

-Her kime?

-Düğün sahibinin şerefine! Deh, deh!

Diyerek halayı başlattılar. Düğün çok kalabalıktı. Halaylar çekildi. Davulcular bahşişlerini aldılar. Velime yemeği verildi davetlilere.

Cumartesi günü gecesi kına gecesidir. Oğlan tarafı bir yanda, kız tarafı diğer yanda toplanmıştı. Kızlar, kadınlar, gençler doyasıya oynadı. Sıra takı merasimine gelmişti. Oğlan ve kız evinin takı masaları hazırlandı. Takı merasiminin başladığı ilan edildi.

Davetliler takı takmak için sıraya girdiler. Bir görevli tarafından kimin ne taktığı yüksek sesle ilan ediliyor ve takı defterine yazılıyordu.

-Gelinin kayınpederinden Maraş burması…

-Gelinin kayınvalidesinden iki metre altın zincir…

-Oğlanın dayısından bir bilezik…

-Oğlanın halasından bir bilezik…

-Almancı Ali’den yüz mark…

-Topal Hasan’dan 50 dolar…

-Komşusu Cuma Hoca’dan yüz Lira…

-Kapı Komşusu Eşe Bacı’dan tam altın…

-Çoban İlyas’tan çeyrek altın…

Naciye Hanım takı masasının yanında hiç ayrılmadı. Takı takan eş, dost ve misafirlere hem hoş geldin diyor, hem de kısaca hal hatır soruyordu. Takı merasimi bitince Naciye Hanım, takı listesini ve altın torbasını aldı. Kendi çantasının içine dikkatlice koydu. Gece boyunca takı çantasını yanından hiç ayrılmadı. Hırsızlara fırsat vermedi.

Pazar günü kaza bela olmadan gelin eve getirildi. Davetlilere velime yemeği verildi. Herkes çok mutluydu.

Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Aradan yedi yıl geçmişti. Abdurrahman Ağa’nın oğlan torunu olmuştu. İlk torununa Abdurrahman Ağa’nın ismi verilmişti. Abdurrahman Ağa’nın keyfine diyecek yoktu. Dişi dişine değmiyordu.

Abdurrahman Ağa’nın komşusu Eşe Bacı’nın hafta sonu düğünü vardı. Eşe Bacının kocası genç yaşta zatürreden ölmüştü.  Yetim kalan iki oğlunu, kocasından kalan tarla takımla kimseye muhtaç olmadan büyütmüştü. Özü sözü bir, hazır cevap bir kadındı. Büyük oğlu Recep’in düğününü yapacaktı.

Hafta sonu düğün başladı. Halaylar çekildi, yemekler yendi. Kına gecesi takı merasimi başladı. Akrabalar, dostlar, komşular, davetliler takılarını taktılar. Kimin ne taktığı yüksek sesle ilan ediliyor, ve takı defterine yazılıyordu.

-Komşusu Abdurrahman Ağa’dan yarım altın…

Altını takan Naciye Hanımdı.

Eşe bacı “Yanlış mı duydum” diyerek takı masasına vardı ve sordu. Naciye Hanım’ın yarım altın taktığı kesinleşti.

Eşe Bacı düğünden bir hafta sonra, yarım altını aldı. Abdurrahman Ağa’nın kapısını çaldı. Enikli kapıdan avluya girdi. Abdurrahman Ağa ve konukları çardakta sohbet ediyor, çay içiyorlardı. Uzunca bir tahta merdivenden çardağa çıktı. Vakit ikindi sonuydu. Abdurrahman Ağa, Eşe bacıyı görünce ayağa kalktı. Hoş geldin etti. Eşe bacı hoş bulduk dedi ve yer minderine oturdu.

Naciye Hanım, Eşe bacıyı öteden beri sevmezdi. Eşe bacının bu gelişinden rahatsız olmuştu. Bir şey söyleyeceği belliydi. Eşe Bacı:

-Abdurrahman ağa, ben sizin düğünde takı olarak tam Cumhuriyet altını takmıştım.. Ama siz benim oğlanın düğünde yarım altın taktınız. Yarım altını alın tam altınımı verin.

Abdurrahman Ağa, duydukları karşısında donup kaldı. Yüzü, kulaklarına doğru kızardı, utandı. Kendisinin bu durumdan haberi yoktu. Öfkeyle Naciye Hanım’a baktı. Naciye Hanım durakladı. Komşularının, misafirlerinin yanında böyle bir olayın yaşanmasından çok rahatsız oldu. Kendisini şöyle savunmaya başladı:

-Yedi sene önce altın çok uygundu. Şimdi ise altın çok zamlandı, çok pahalı…

Abdurrahman Ağa, öfkeli ve kararlı bir sesle:

-Eşe Bacı, benim haberim yok. Benim hanım yanlış yapmış. Yerden göğe kadar haklısın. Böyle yanlışlık olmaz! Hemen Eşe Bacı’nın altınını iade edin, çabuk…

Naciye Hanım öfkeyle içeri girdi. Kısa bir süre sonra elindeki tam Cumhuriyet altını Eşe bacının önüne bıraktı. Yüzüne bile bakamadı…

Eşe bacı tam altını aldı. Evin yolunu tuttu. İçin için söyle diyordu.

-Bizim töremizde ölü aşı, (cenaze yemeği) ve düğün takısı ödünçtür. Naciye Hanım’a misafirlerinin yanında güzel bir ders verdi. Amma ettim, oh olsun!

“Veren el, alan elden üstündür”

Bu hikâye herkese ders olsun.