Müslümanların ve bütün insanlığının en büyük düşmanı olan Avrupa, çok uzun seneler cehalet, yobazlık ve pislik içinde kıvranıp durdu. Bu cehalet, pislik ve yobazlıkları toplumun her alanında kendine yer bulmuştu. Eğitimde, insanlara doğru olmayan, saçma sapan ve hurafelerle dolu bilgiler öğretiliyordu. Aile hayatında diz boyu pislik, iğrençlik, fakirlik ve sefillik vardı. Toplum hayatında sözde din adamları, kral, asil ve zengin insanların fakir ve cahil halk kitlelerini iliklerine kadar sömürdüğü, son derece adaletsiz bir düzen vardı. Öyle ki, insanlar ve  cahil halk tabakaları, karın tokluğuna, yarı aç, yarı çıplak sadece efendilerine hizmet ediyor, onlar için yaşayıp onlar için ölüyorlardı. Güç, zenginlik, refah yaşam ve konforu ellerinde bulunduran sahte din adamları geniş halk kitlelerini uyutmuş, beyinlerini uyuşturmuş, iliklerine kadar sömürüyorlardı. İnsanları korkutarak veya bir şekilde onların cahilliklerinden faydalanıp onları kandırarak körü körüne kendilerine itaate zorluyorlardı. Kendilerine karşı gelen ve asi davranan kimseleri, ‘’dinden çıkarma’’, ‘’ ülkede din işlerini durdurma’’ gibi bahanelerle korkutup onları koşulsuz ve şartsız köle edinmişlerdi. Yine bu sahte din adamları, para karşılığında ‘’cennetten yer satma’’ vaadi ile bilgisiz ve bilinçsiz insanları kandırıp ellerinde ne var ne yok alıyor, bu kimseleri yine kendilerine mahrum ve mecbur bırakıyorlardı.  Krallar, sözde asil insanlar ve soylular da geniş halk kitlelerinin, cahil bırakılmış insanların zaaflarından faydalanıyor, hiçbir insani ve kıymet hükmüne değer vermiyorlardı.  Kafası biraz çalışan, aklı yeten ve hakikatler karşısında daha cesur, daha korkusuz olanlar ortaya çıkıp da gerçekleri haykırdığında yalan ve adil olmayan mahkemelerde yargılanıp diri diri yakılarak cezalandırılıyordu.

Bugün İtalya’nın önemli meydanlarından  birinde bir heykel bulunur. Bu heykel, 1600 yılının soğuk bir Şubat günü aynı yerde tahta ateşi ile diri diriyakılan  Giardano Bruno adında bir bilim adamına aittir. Zengin ve varlıklı bir ailenin çocuğu olarak iyi bir eğitim alan Bruno, çok değerli bir bilim adamıdır. Gördüklerini ve gerçekleri korkusuzca söyleyen, her türlü zulüm ve baskıya direnen ve sonunda da gerçekleri söylediği için verildiği mahkeme tarafından diri diri yakılan bir kimsedir. Kendisine ölüm emrini veren hakime: ‘’ Siz benden daha çok korkuyorsunuz.’’ demiş ve inandığı hakikatler uğruna ölümü bile göze almıştır. Bir konuşmasında ise insanlara şöyle seslenmektedir: ‘’Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin ağa babaları olan sözde aydınların yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.’’. Avrupa’da buna benzer çok örnek ve acınası gerçek var ama, burada verdiğim tek bir örnek, günümüz Avrupa’sının önceki zamanlarda ne kadar taassup, cehalet, bağnazlık, pislik, iğrençlik, zulüm, sefalet, baskı ve ahmaklık içinde olduğunu anlatmaya yeter. Adamlar, bilgisizlik ve cehaletleri yüzünden kendilerine zenginlik, refah, gelişme, kalkınma ve medeni yaşamın kapılarını açacak olan bilim adamlarını diri diri yakıp acımasızca katlettiler. Bu durum uzun seneler böyle devam etti. Ama zamanla anladılar bu düzenin kendilerine hiçbir fayda vermediğini. Hem karakterli, korkusuz ve doğruların savunucusu olan bilim adamlarının, aydınlarının sayısı çoğaldı, hem de bu bilim adamları perişan, sefil ve bilgisiz olan insanların aklını, vicdan ve izanlarını harekete geçirerek, bizim de ders kitaplarımızda anlatılan ‘’Rönesans’’, yani ‘’Yeniden doğuş’’ denen şeyi gerçekleştirdiler. Ardından, saçma sapan bilgilerin ve diz boyu cehaletin hakim olduğu dini alana el attılar. İçlerinden birisi çıkıp: ’’Allah ile kul arasına kimse giremez, cennetten yer satma diye bir şey olamaz, hiçbir kimse din işlerini durduramaz, kimse kimseyi dinden atamaz, ey insanlar aklınızı başınıza alın, doğru ve en güvenilir bilgileri yobaz din adamlarından değil, din kitaplarından öğrenin, kendinizin farkına varın, kendinizi kullandırtmayın.’’ gibi şeyler söyledi. Geniş halk kitleleri, bir de baktılar ki, bu söylenen sözler doğru. Bunca zaman açlık, sefalet, perişan içinde ve hayvanlar gibi yaşadıklarının farkına vardılar. Bu arada, yürekli, cesur ve korkusuz bilim adamları, aydınlar ve öğretmenler, toplumun her alanında insanları eğitmeye, onların kullanılmayan akıllarını harekete geçirmeye ve ülkelerinin pas tutmuş ulusal zekasını uyandırmaya gayret ettiler. İyi yaşamdan ve aklını kullanmadan habersiz, uyutulmuş, avutulmuş ve cehaletin esaret zincirleri ile efendilerinin vicdanlarına ve doymak bilmeyen nefislerine bağlanmış cahil halkları uyandırma hareketi, başlangıçta tek bir kar tanesi iken zamanla, çığlaşarak Avrupa’nın üzerindeki cehalet, bilgisizlik, sefalet ve hakikate sırt çevirmiş havasını dağıtarak parçaladı. Ardından, büyük gayret ve uğraşlar verilerek veağır bedeller ödenerek başlatılan ve devam ettirilen yeniden doğuş hareketi uzun senelerden sonra günümüz seviyesine ulaştı. Avrupa’nın içinde bulunduğu bu içler acısı durumdan çıkıp kurtulması ile ilgili araştırmalar yapan Burkhart isimli bir bilim adamı, yukarıda söylediğimiz ve ‘’Yeninden doğuş’’ anlamına gelen ‘’Rönesan’’ için aynen şöyle demektedir:‘’ Rönesans, Avrupa insanının yeniden keşfedilmesidir.’’

 Avrupa insanı derin cehalet, koyu taassup; sözde din adamı, asil ve soyluların baskı ve zulmü altında ve gerçeklerden habersiz, hayvanlardan da perişan bir yaşamın ardından bilim adamları, aydınlar, öğretmenler ve aklı az/çok  yeten kimselerin gayret ve çalışmaları ile kurtuldu ve artarak devam eden ilerleme sonucunda bugünkü maddi ve teknik seviyesine  ulaştı. Ulaştıkları seviye, maddi ve teknik güç ile de dünyayı kan revan içinde bıraktılar, halen de bu durum devam ediyor. Bu ayrı bir olay. Günümüz Müslümanları olarak bizler, İslam’ın ve dünya insanlığının en büyük düşmanı olan Avrupa ve ABD karşısında çok gerilerdeyiz. Bu çok açık.  Bu acı durum karşısında nasıl olacak, neler yapacağız da bu durumu tersine çevireceğiz? Neler yapıp da ulusal zekamızı, Müslümanların zekasını harekete geçireceğiz? Nasıl olacak da şu anki bilgi birikimimizi, bilinç düzeyimizi arttıracağız? Neler yapıp, nasıl hareket edip de güç, kuvvet ve itibar kazanacağız?Soruları çoğaltmak mümkün. Ama bir şekilde ve hiç vakit kaybetmeden bu veya farklı sorulara cevap bulmak için harekete geçmek gerekiyor. Kendi insanımızı yeniden keşfetmek ve sinesinde sakladığı ve işlenmediği için üzeri pas tutmuş cevheri ortaya çıkartmamız gerekiyor. Tıpkı Avrupa’nın yaptığı gibi.  Bunun ise sanıldığı kadar kolay olmadığını baştan kabul etmeliyiz. Yalnız pes etmek ve geri adım atmak asla yok, olmamalı, olmayacak inşallah. Bu uğurda ve kutlu davada, tüm insanımıza büyük bir iş ve sorumluluk düşüyor. Ama en çok da, eğitim, bilgi ve tahsil bakımından önde olanlara, olayların ve hakikatlerin farkında olan kardeşlerimize, onların gayret ve çabalarına, azim ve fedakarlıklarına daha çok muhtacız. Tüm ülkemizi, hatta tüm İslam coğrafyalarını okul, İslam halklarını eğitilmeye muhtaç öğrenci ve bu uğurda elini taşın altına koyan şuurlu kardeşlerimizi de öğretmen kabul etmeliyiz. Bundan başka çerimiz yok. Halkların eğitilmediği ve içlerindeki yetenekler ortaya çıkartılmadığı takdirde hiçbir ülke, belde, köy ve kasabada ilerleme ve gelişme adına hiçbir şey olmaz. Tarih boyunca bu her zaman böyle olmuştur. Başarı için bir şeyde ve onun arkasında geniş halk yığınlarının desteği mutlaka ama mutlaka olmalıdır. Müslüman halkları eğitme ve onları bilinçlendirme görev ve sorumluluğu da devletve millet imkanları ile eğitilmiş ve belli yerlere gelmiş daha bilgili kimseler, fertler ve vatandaşlara düşüyor. Bu ağır yük ve sorumluluğun farkına varmanın zamanı çoktan gelmedi mi?

Editör: Haber Merkezi