Boş konuşmazdı kesinlikle. Hak namına konuşur, hayırlı mevzulara kapı aralardı. Olaylara temkinli yaklaşır, daima güzel bakmaya ve güzel görmeye çalışırdı.

İncitmezdi kimseyi, sıkmazdı anlatırken. Toleranslıydı karşıdakine, nüans farkı gözetmezdi. Herkesi kucaklar, kimsenin hatasını yüzüne vurmazdı.

İnanç ve itikadında mukavimdi, görsel davranmazdı.

Böyle kabul ettirmişti kendisini topluma, böyle kabul görmüştü. Böyle sȃfiyȃne yaşayarak hazırlanmıştı ölüme ve böyle de uğurlandı tekbirlerle…

Ahiret yurduna yolculuğu bir “vuslat”ı çağrıştırıyordu. Mevlanaca bir yürüyüştü elhak…

Mal kaygısı, mülk kaygısı taşımadı hayatında. Kirli kazanç peşinde koşmadı. Nefsȃnȋ arzularını kamçılayan dünyevi işlere bulaşarak, ihtiraslara kapılmadı. Oysa bir takım imkânlarla içli dışlıydı vaktiyle. İstese, alengirli bir ifadeyle “Medeniyetin nimetleri”nden fevkalade istifade edebilir, yükünü tutabilirdi. Fakat o, doğruluktan ve nev’i şahsına münhasır çizgisinden sapmadı.

Sadeydi ve samimiydi kısaca.

Ayrıca bulunduğu bölgenin çocukları (Şimdiki zamanın yetişkinleri), üzerinde bir öğretmen olarak; mutlak manada az veya çok hakkı olan biriydi.

1973 yılında, siyasi genel seçimler münasebetiyle Milli Selamet Partisinden 3. sıra milletvekilliğine adayken tanımıştım kendisini. Halk tarafından sevilen ve sayılan bir aday hüviyetindeydi. Hatta Türkoğlu’nun bazı köylerini birlikte dolaşmıştık gün boyu. Henüz taze gençtik rahmetliye nispeten.

Ahmet Tevfik Paksu ve Mehmet Pamuk vekil seçilirken, cüzi bir oyla kaybetmişti yanılmıyorsam. Fakat yüz hatlarında en ufak bir üzüntü emaresi görülmemişti. Yine tevekkülün, yine teslimiyetin müşahhas örneğini sergiliyordu.

Siyasi arenada, ilk ve son çıkışıydı bu. Bir daha da o taraflara dönüp bakmadı. Başkaları gibi sonu gelmez bir sevdaya yakasını kaptırmadı. Tercihini Risale-i Nur şakirtliğinden yana kullandı. Gâhî aynalı masada İslam yazısıyla Nurların neşrine çalıştı grup arkadaşlarıyla, gâhî okudu ve okuttu uğrak yerlerde.

Vakıf insan hükmündeydi adeta.

Hele de omuzlarını tartan kitap dolu çantasıyla mütevazı adımlar eşliğinde kaldırımlarda yürürken, adanmışlığını yakalardınız derhal. Sevecendi mütebessim tavrıyla…

Erinip üşenmezdi. Aşkla şevkle yapardı üstlendiği misyonu. Karşılık beklemezdi. Birçoklarının evlerine, iş adreslerine giderek Kur’an öğretmekteydi. Mukaddem sünnetlerden sarık sarmayı da, yine onun telkiniyle öğrenmişti çokları.

Amansız bir derdin giriftarıydı yıllardır, lȃkin derdini seven adamdı. Sorulmadıkça, hiç gündeme getirmedi ve hiç ruhen rahatsızlık duymadı.

Tıpkı ana rahmindeki göbek bağı yapışkanlığında, taşıdı derdini mütemadiyen.

Velhasılı adam gibi adamdı Sami Hoca.

Örnek bir Müslümandı. Sağlığında kıymeti ne derece bilinmekteydi, bilmiyorum da; inşallah vefatı cihetiyle Afşin Belediyesi ismini unutulmuşluğa terk etmez diye düşünmekteyim. Mutlaka bir yerlere yazılmalıdır, yaşatılmalıdır.

 

Ruhu şad olsun…

 

                                                                                                                      Ahmet Süreyya DURNA

 

 

 

Editör: Haber Merkezi