Balaban Matbaası sahibi rahmetli Abdullah Kösebalaban’ın ölüm yıldönümü münasebetiyle oğlu Ömer Beyin “Hocam babamla uzun süre dostluğunuz oldu, ölüm yıldönümünde yayımlamak üzere onunla ilişkin hatıraları olan dostlarından bir yazı istedim, sizin de katkınız olursa memnun olurum”, biçimindeki nazik daveti nedeniyle Yeşil Afşin Gazetesi’ndeki köşe yazımı bu konuya hasrettim. 

İstanbul’dan ilçemize gelip yerleşen hemşerimiz Abdullah Kösebalaban, Afşin’de 1984’ten beri Yeşil Afşin Gazetesi ve Balaban Matbaasını 26 yıl işlettikten sonra, 20 Mart 2010 ‘da Umre Haccını yaptıktan sonra Medine’de vefat ederek oraya defnedildi.

Abdullah Kösebalaban abi ile Afşin Lisesi’nde öğretmenlik yaptığım 1980-1988 yıllarının son 4 yılında nerdeyse haftada bir Yeşil Afşin Gazetesi’nde görüşürdük.

Uzun yıllar İstanbul’da yaşamanın ve matbaa (yayım) cılık gibi kültür işi yapmış olmanın verdiği bir özgüven, onu fikri meseleleri ve memleketin sorunlarını rahatça konuşulabilecek bir zihni kıvama getirdiği hemen belli olurdu.

Kayseri ve Sivas’ta geçen 20 yıl içinde de Afşin’e geliş-gidişlerimde mutlaka gazeteye uğrar Abdullah Abi’nin çayını içerdim. Ölümünün yedinci yıldönümü münasebetiyle yazdığım bu yazıda bir kez daha ona Allah’tan rahmet, yakınlarına da sabrı cemil diliyorum.

Ömer Beyin ölüm yıldönümünde babasını anmak için böyle bir kültürel etkinliği düşünmesi kurum sahibi ve yöneticilerin unutulup gitmesini önleyen önemli bir işlev göreceği kanısındayım.

Çünkü çocukların ebeveynlerinin hatırasını yaşatmak duygusu her türlü takdire değer bir çabadır.

Bu nedenle babasının hatırasını yaşatmak amacıyla böyle vefalılık örneği gösteren Ömer Beyi kutlarım. Bu dünyaya gelmemize vesile olan, büyük zorluklar çekerek ve nice fedakarlıklara katlanarak yetişmemizde büyük emek sahibi olan ebeveynlerimizi unutmanın, onlara karşı bir umursamazlığın yaygınlaştığı günümüzde Ömer Beyin yaptığı iş bir erdemlilik olarak nitelendirilmelidir.

Rahmetli Abdullah Kösebalaban’ın uzun yıllar işlettiği matbaacılığın işlevinin Rönesans döneminden günümüze kadar ne denli önemli bir işleve sahip olduğunu kavramak gerekir. Kültürün, ideolojinin, hatta dinin bir anlamda neşir (yayım) aracı olarak işlev gören matbaanın, Batının, kültür yoluyla medeniyetini adeta tüm dünyaya ulaştırdığı ve greko-latin medeniyetinin üstünlük ve baskınlığını sağladığı görüşü yadsınamaz.

Günümüzde de medya denilen iletişim sektörünün toplumların A’dan Z’ye her alanda yapılan etkinliklerdeki önemi tartışma götürmez. Matbaanın Avrupa’da kullanılmaya başlanmasıyla hem yerli uygarlıkların kültür zenginliklerinin Avrupa’ya aktarılması hem de Batı kültürünün dünyanın diğer ülkelerinde yaygınlaştırılıp benimsetilmesinde önemli bir işlev görmüştür. Batı diğer ülke ve kıtalara dil ve kültürünü kitap, dergi ve broşürler vasıtasıyla yaymış ve benimsetmiştir. Bunlar da takdir edileceği gibi matbaada basılmaktadır. 1454’ten itibaren İncil’in matbaada basılması önce Latince, sonra da milli diller (Fransızca, Felemenkçe, Portekizce, İspanyolca, İngilizce ve Almanca) de basılıp dağıtılmasıyla Avrupa’nın en ücra köşelerinde yaşayan halkların bile dini metinlerle temasa gelmesini sağlamıştır. İlahi bir dinle temasa gelmeyen ve toprakları zorla işgal edilen ilkel ya da yarı ilkel denilen toplumlara Hıristiyanlığı batılılar matbaalarda bastırdıkları, gazete, dergi ve kitaplarla benimsetmişlerdir.

Hatta İslam dininin yayılmasını da yine kültürel çabalarda engelleyebilmişlerdir. Avrupa’da önceleri dini metinlere nüfuz edebilen yalnızca din adamları varken matbaacılığın yaygınlaşmasıyla aydın denilen bir kültürlü kesimin ortaya çıktığı da görülmektedir. Bu bağlamda daha önceleri bilgi ve bilgelik Regulier adı verilen belli bir dini grubun tekelinde bulunuyorken matbaanın kurulması, İncil ve diğer dini kitapların halka ulaştırılmasıyla Avrupa’da geniş kitlelerin de kültür düzeylerinin artmasına neden oluyor.     

Bizde matbaacılığın tarihi geçmişine baktığımızda ilk matbaayı kuran Endülüs’ten göç eden Yahudi asıllı David ve Samuel İbn Nahmias Kardeşler’dir. Sonra 1530 yılında İtalya yoluyla İstanbul’a gelip yerleşen Sonsino Ailesidir.

Bizde matbaanın 1728 yılında İbrahim Müteferrika tarafından kurulduğu halde uzun süre dini kitapların (başta Kur’an olmak üzere) basılamaması 20. asrın başlarında, yani Osmanlının son zamanlarında Afrika Ülkelerindeki Müslümanlara gönderilecek Kur’anı Kerim bulunamadığı söz konusu edilmiş ve Sultan II. Abdulhamid bin bir güçlükle Kur’anın Matbaada basılmasını gerçekleştirebilmiştir.

Afşin’de Abdullah Kösebalaban ismi için zihnimi yokladığımda okuma ve öğrenme iştiyakına rağmen yüksel tahsil yapamadığı için içinde bir ukde kaldığını hissettiğim ve belki de matbaacılık mesleğini bu yüzden seçtiğini düşündüğüm bir şahıs gelir hafızama.

Rahmetli Abdullah Kösebalaban Abi’nin matbaasında Cumhuriyetin ilk yıllarında basılmış Türkçe ve İngilizce kitaplar vardı.

Oğlu Ömer Beyden aldığın bilgilere göre, Afşin’e 1982 yılında taşınırlar. “Rahmetli babam, İstanbul Ümraniye’de matbaacılık ve kitapçılık işlerini yapıyordu.

Babam 1983 yılında Afşin’de kurulan ve Hayati Vasfi Taşyürek ile Avukat Mehmet Kılıç tarafından işletilen Yeşil Afşin Gazetesinin basıldığı Aykut Matbaasını devraldı.

Babam, Üsküdar Kız Lisesi, yeni bir binaya taşınırken okulun kütüphanesindeki mükerrer ve sayım dışı kitapları toptan satın aldığı için taşınırken onları da Afşin’e getirmişti”.

Ömer Beyin bahsettiği eski kitaplardan bazılarını kendisinden satın almıştım. Seçtiğim kitaplar arasında felsefeyle ilişkin eski kitaplar da vardı. Bu kitapların değerini ve ikinci baskılarının olmadığını bildiği için gelişi güzel fiyat istemediğinden kitap piyasasından haberdar olduğunu anlamıştım.  

1984’te öğrencim olan Fatih Kösebalaban vasıtasıyla babası Abdullah abi ile tanıştık. 1985 yılında benim okuma ve yazmaya olan arzum, onu da heyecanlandırıp gazetede öğrencilerin de deneme, hikaye ve şiirlerinin yayımlandığı “Genç Kalemşörler” başlığı altında bize bir sanat sayfası açtı. O dönem “Genç Kalemşörler” de deneme ve şiirleri yayımlanan öğrencilerim oldu. Bu bağlamda Afşin’de İz Bırakanlar Programı’nda konuyla ilişkin Facebook’ta benimle söyleşen rahmetli Ali Turan ile aramızda geçen diyaloğu burada anmalıyım.

Ali Turan:       Daha sonra o öğrencilerle birlikte 1985-1987 yıllarında Yeşil Afşin Gazetesinde GENÇ KALEMŞÖRLER adlı bir sanat sayfası çıkarttınız... sizin aslında gerçekleştirmek istediğiniz çabanın ilk ürünü bu sanat sayfasıydı, diyebilir miyiz? NEJAT SÜLEYMANOĞLU müstear ismi ile GENÇ KALEMŞÖRLER'deki yazılarınızı hatırlıyorum sayın hocam.... o sanat sayfasından hatırladığınız isimler var mı?

Necati Demir: Ali Bey iyi hatırlattınız. Genç Kalemşörleri öğrencilere okumayı sevdirince bunun arkası da gelmeliydi ki böyle bir etkinliğe de imza atıldı o yıllar, birçok değerli öğrencim o işi sürdürdü. Anımsadıklarım: Mehmet Turan, Ali Rıza Güneş, Yasin ve Mehmet Mortaş’tır.

Ali Turan: Sanat ve edebiyatı, şiiri sizinle sevmiştik aslında.... Nuri Pakdil ve Edebiyat Dergisini, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Arif Ay ve diğerlerini de.         

Necati Demir: Abdullah Kösebalaban abi gazetesinde sanat sayfası eki hazırlamamıza destek verdi. Şimdi rahmetle anıyorum, o zaman öğrencilerime, öykü, anı ve şiir yazmalarını, estetik zevk terbiyesi almanın ve sanat duyarlılığımızı oluşturmanın ancak edebiyat ve sanat yoluyla gerçekleştirileceği gibi iddialı bir tezden hareket ediyordum.

Adıyaman Gölbaşı Lisesinden Afşin’e 1980 yazında atamam yapılınca okumaya, öğrenmeye yatkın bazı öğrencilerimi yazmaya teşvik ettim.

Bilgelik ve irfan (kültür) ın bir kanadı okumaksa diğer kanadı da yazmaktır. Okuyan insanların yazmayışları ülke için büyük talihsizliktir. Ülkenin kültürü belki sözle korunur fakat yazıyla geliştirilir. Ancak ne yazık ki tahsilli insan sayısıyla yazanların sayısının oranı arasındaki makas yazanların aleyhine hayli açılmış durumdadır. Millet olarak nedense yazmayı sevmiyoruz. Yazmadığımızda düşüncelerimiz ancak sözlü olarak dillendirilebilmekte o da sahile çizilen şekiller gibi bir dalga hareketiyle silinmektedir.

Kültürlü denilen insanın bir kanadı okumaksa diğeri yazmaktır. Çift kanatlı olmayan kuş uçamayacağı gibi okur-yazar olmayan kişinin aydınlanmış izlenimi vermesi güçtür. Alfabeyi öğrenenlerin bazıları okuyup yazacaklar bazıları ise sadece okuyacaklar ama yazmayacaklar. Tahsilli olmak deyiminden okuyan ve yazan kişiyi anlamak gerekir.

Yazmak için en öncelikli araç, kalem, sonra defter, günlük/haftalık gazete ve dergilerin basıldığı matbaalardır. Kitap yazmak her alanda uzun araştırmayı ve uzmanlığı gerektirdiğinden her kes kitap yayımlayamaz ama şehrimizin bir matbaasında basılan gazete ve dergilerde düşünce ve duygularımızı okuyucularla paylaştıracak, insanımıza ulaştıracak yazılar yazabiliriz.

İşte Afşin de 1984’te kültür hizmetine açılan Balaban Matbaası ve Yeşil Afşin Gazetesi bu bağlamda Afşin’de önemli bir hizmeti vermektedir. Abdullah Kösebalaban abi de o dönemin güç şartları arasında bu çabayı yürüten bir hemşerimiz olarak bu hayırlı bir hizmeti ifa etmiştir. Allah rahmetiyle yargılayıp, yaptığı hayırlı hizmetleri günahlarına kefaret saysın.

1985-1987 YILLARI İÇİNDE YEŞİL AFŞİN GAZETESİNİN SANAT SAYFASINDA YAYIMLADIĞIM YAZI BAŞLIKLARI

Çıkarken

Genç Kalemler

Eğitimsizliğin Zakkumları ve Teşhis

Mutlak Üzerine Bir Deneme

Modernlik ve Skolastiklik

İlerilik Gerilik

İnsanımıza Çağrımız

Seviyeli Tartışma

İnsanın Kendi Canavarı

Eğitime Verdiğimiz Önem

Mevlana’yı Anlamak

Uyuşturucu Maddelerle Mücadelemiz

Aydınların Sorumlulukları

Hikmetler ve Yorumları

Denemeler

Şiir ve Şair

Düşünce Üzerine Söyleşi

            Sanatın Boyutları ya da Sanat, Felsefe ve Din Üzerine