1965’te ortaokul ikinci sınıfta iken Bahaettin Karakoç ile tanıştık. Daha önce tanışan Mehmet Karaman ve Orhan Poyraz gibi arkadaşlarımla ziyaretine birlikte gidince ben de tanışmıştım. Elbistan’da sağlık memuru olarak çalışıyordu. Onun güler yüzü, sevecen tavrı ve bizlere bir şeyler kazandırma gayreti, o günlerden hep saygıyla andığım izlenimler olarak aklımda kalmıştır. Görev yaptığı dairesine zaman zaman gider sohbet ederdik. Ayrıca M. H. Lisesi’nde Din Dersi öğretmenimiz (daha sonra Profesör oldu) Nasuhi Karaaslan Bey’le şakalaşacak kadar sıkı arkadaştılar; bazı akşamları Nasuhi Bey’in öğretmen arkadaşı ile kirada oturduğu bugünkü Çetinkaya Market’in yerinde olan evine de giderdik. Bir araya geldiğimizde onlar şiir, şiir kitapları, dergiler, kitaplar hakkında veya dini, siyasi konuşmalar, tartışmalar yaparlar biz dinlerdik. Sadece takıldığımız bir konu olursa onu sorardık.

Sonra Bahaettin ağabey Kahramanmaraş’a tayin oldu ve hep orada kaldı. Ben de ortaokuldan sonra öğretmen okulunu kazanınca Mersin’e doğrudan gitme imkânı da olmadığından önce Maraş’a gider, trenin kalkış saatine kadar arkadaşlarımı görürdüm. Birkaç kere Bahaettin ağabeyi de ziyaret ettik. Birkaç sefer de M. Ramazanoğlu ağabeyin kitapçı dükkânında -ki onun da duraklarından biri imiş- karşılaştık veya buluştuk, bir iki saatte olsa sohbet etme imkânı bulduk. Hatta “Mersin Halk Eğitim Müdürü Mahmut Gül’ün arkadaşı olduğunu, ona selam söylememi, bir sıkıntım olursa yardımcı olacağını..” tembih etmişti.

O gün bugündür dostluğumuz, haberleşmemiz hatta sağlıklı zamanında gelip gitmemiz eksik olmadı. Ben ona o bana yeni çıkan kitaplarımızı (son çıkanlar hariç) muhakkak imzalı olarak ayırdık, ilk fırsatta verdik. Elbistan’a her geldiğinde bir şekilde haber ulaştırır, bir araya gelirdik. telefonlaştıktan sonra aracıya lüzum kalmamıştı. İlk sayısını 1 Ocak 1986 yılında çıkarttığı Dolunay dergisinin hayallerini yıllar önceden kurardı. Bu toplantıların çoğunda Avni Doğan da olurdu.

Bunu anlatmalıyım:

1983 yılı olmalı. Esentepe İlkokulunda müdür olan Avni Doğan ile birlikte çalışıyorduk. Son ders bitmiş okuldan ayrılacağımız zaman Avni, yanıma gelerek şunları söyledi:

‒ Arif, akşam Bahaettin ağabeyi yemeğe davet ettim. Senin de gelmeni istiyoruz. Buyur birlikte yiyelim...

“Olur” dedim ve eve geldim. Böyle bir çırpıda söylediğime bakmayın, Avni’nin Esentepe’deki evi Söğütlü çayının öteki tarafında, benim evim de şehrin güneyinde bugünkü Anadolu lisesinin hemen yanındaydı. Arasında en az 5 km vardır. Eve gelip elbiselerimi değiştirdim ve çok geçmeden yola koyuldum; zira yaya olarak gitmek zorundaydım. Ara ara hafif yağmur da çiseliyordu. Kâh duldalanarak kâh hızlı hareket ederek ama ille pantolon paçalarını çamur etmemeye çalışarak ilerledim. Akşam okunurken evin zilini çaldım. Avni açtı, içeri girdim ki Bahaettin ağabey oturuyor. Biraz da şaşkınlıkla sordum:

‒ Aa ağabey sen nasıl geldin erkenden?

Cevabına önce ikimiz, az sonra da içeri giren Avni’ye anlatınca üçümüz kahkahalarla gülmüştük.

‒ Puştun arkasında geldim.

O zamanlar Avni’nin de Puch marka motosikleti vardı. Halk Puş derdi. Meğer Bahaettin ağabey eve gelmeden önce telefonlaşmışlar. Avni de motosikleti ile gidip arkasına oturtarak getirmiş.

&

80’li yılların ortalarında Elbistan’da İkinci Fecir adında, Elbistan’ın Sesi gazetesinin içinde aylık sanat edebiyat dergisi mahiyetinde iki sayfa çalışması yapıyordum. O sırada Bahaettin ağabey ile mektuplaşıyorduk. İkimiz de daktilo ile yazardık sayfalar dolusu.. İlk mektuplarının birinde dikkatimi çekti, (Ş) harfi yerine hep (S) harfi kullanılmıştı. Kendisinin doğduğu ilçe Ekinözü (Cela) halkının da hemen hepsi (Ş) harflerini (S) olarak telaffuz ederler. Buna atfen cevabımda takılmıştım:

‒ Ağabey, senin daktilon da galiba Celali?

Anlamıştı. Şöyle yazdı:

‒ Daktilomun (Ş) harfi bozuk, ne yapayım, o harfi boş bırakmaktansa (S) ile idare ediyorum.

&

2008’de Elbistanlı ve Afşinli şairler arasında ATIŞMA düzenlemiştim. Aylarca sürdü. Gazetelerde her aşaması, her şiir ve cevabı yayımlandı. İki ilçe halkı gerçekten ilgiyle takip etti. Bittikten sonra iki ilçenin ortasındaki Akçırı’da bir yemek verdim.  Bu yemeğe Elbistan Kaymakamı Ahmet Altıntaş, Afşin Kaymakamı Faik Arıcan, Ekinözü Kaymakamı Mehmet Parlak, Nurhak Kaymakamı Serdar Kartal, Elbistan Baş Savcısı, Emniyet Müdürü; şeref konuğu olarak davet ettiğim şiirimizin Aksakalı Bahaettin Karakoç ile dostumuz, ağabeyimiz Mustafa Kök; protokolden birçok zevat ve misafirler; tabii ki atışmaya katılan şairlerimiz ve Elbistan ve Afşin’in yazılı ve görsel basın temsilcileri iştirak ettiler.

Şiirler okundu, ozanlarımız türküler söyledi. Program tam bitecekken, öncelikli olarak Afşin Kaymakamı Faik Arıcan, sonra da diğer misafirler Bahaettin Karakoç’tan şiir okumasını rica ettiler. O “Benim böyle bir âdetim yok…” diye okumak istemese de çok ısrar ettiler. Bunun üzerine o da şiirini okumadan önce beni çok mutlu eden, onurlandıran şu sözleri söyledi:

‒ Ben bugüne kadar hiç ısmarlama şiir yazmadım ve hiçbir yemekli toplantıda şiir okumadım. Bana bu kararımı yalnız Arif Bilgin’in hatırı bozdurabilirdi, ben de bozup bir şiirimi okuyayım.

&

Çok sayıda nesir yazmış, hatta Bayrak isimli bir gazete köşe yazarlığı da yapmış olmasına rağmen onun dünyası şiir ile döşenmişti. Duvarları, halısı, kilimi, seması, pencereleri hep şiirdi. Onun bu yanını yakından bilenler sanki “şiir yiyor, şiir içiyor; şiir alıp şiir satıyor; şiiri şiirle tartıyor, kısaca şiirle yaşıyor” demekten kendini alamazdı.

2 Aralık 2017’de bir yazışmamızda şöyle diyordu:

‒ Dostlar! Sevmeden, çilesi çekilmeden şiir yazılmaz! Ben daha çocukken şiiri Allah'ın rızasını gözeterek yazacağıma söz verdim. Şiirlerimi beğenseniz de beğenmezseniz de ben mükâfatımı alacağım yerden fazlasıyla alıyorum. Ne kendime ne sevdiklerime ne de şiir severlere, dostlarıma asla ihaneti düşünmedim. Rabbim kalbimi bu esas üzerine inşa etti. Yalan yanlış tamamen hayali çizgilerden ibaret marazi çırpınışlar benim semtimde var olamaz! Rabbime şükürler olsun ki hala hayattayım, hala şiir atının dizginlerini kısmadan koşturabiliyorum. Sizlerin sevgisi bana yeter! Başka bir beklentim de yoktur!

&

Şiirlerini yazdıktan sonra ona dönüp bakmayı pek kabullenemezdi. Ali Akbaş ile bu konuda tartıştıklarına şahidim. Akbaş, “Şiirler yayımlanmadan önce her açıdan titizlikle ele alınmalı, gerekirse yayımlanmadan bir süre bekletmeli ve sonra fazla, eksik kelime var mı, ahengi sarsan söyleyiş var mı, incelenmeli, sonra yayınlanmalı” derken, Bahaettin ağabey ise tarzını “Ben yazarken o titizliği gösteriyorum. Yazdıktan sonra da birkaç kere okur incelerim, ondan sonra o artık benden çıkar. Doğum gerçekleşir. Doğan çocuk için ne desen boştur.” anlamında sözlerle savunurdu.  Buna rağmen kitapları yayınlandıktan sonra dikkatle okur, şiirlerde harf, hece, kelime hataları varsa hepsini de tek tek düzeltir, sonra okuyucusuna ulaştırılmasını isterdi. Aynı titizliği Dolunay dergisi için de gösterirdi.

&

Kendisinin de diğer birçok şairin de ülkemizde layık oldukları kadar ilgi görmediğinden, gösterilmediğinden yakınırdı. Lafını hiç esirgemezdi. Karşısındaki kim olursa olsun, hak ettiğine inandığı sözü söyler ve tavrını gösterirdi. Resmi ya da özel konuşmalarında bunu çoğu zaman kızarak, şiddetle eleştirerek hatta incitici laflar söyleyerek dile getirirdi. Ne kadar iyi niyetle söylemiş olursa olsun, bu huyundan dolayı çok yakınında olan bazı kıymetli dostlarını kırmış, incitmiş ve mesafeli durmalarına sebep olmuştur. Bu da bir gerçektir.

Sevdiği, güvendiği her yaştan dostlarının yanında adeta onlarla özdeşleşirdi. Çocuklarla çocuk, büyüklerle büyük olabilirdi. Gezmeyi, tabiatı, dostlarını ziyaret etmeyi, onlarla buluşup farklı iklimlerde şiir avlamayı hemen hiç ihmal etmedi. Bu yüzden ülkemizin her yerinde onu bir şair olarak tanımadan öte seven, özleyen, bir şekilde irtibat kurmaya çabalayan sevenleri vardır.

&

“Sevgili vuslat odasına çağırır beni,
Kurbanlık koç gibi süslenirim,
Abdest üstüne abdest alır, öyle giderim.
Zikir kuşlarının hepsi içimde kanatlanır,
Sevgilinin kapısında kimlik sorarlar,
Fazla söz bilmem ben,
'Lâ ilâhe illallah!' derim.” B. Karakoç

Allah rahmet eylesin. Kabri nur, ruhu şad ve mekânı cennet olsun. Ailesinin, dostlarını, sevenlerinin ve edebiyat camiasının başı sağ olsun. Varsa benim hakkım helal olsun.