" İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece " İman ettik" demeleriyle bırakılı vereceklerini mi sandılar?" ( Ankebût sûresi, âyet 2 )

Zikredilen bu ayeti kerimenin, imanları sebebiyle çeşitli işkencelere maruz kalan bazı sahabeler hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir.

O sahabeler ki, imanları uğruna; candan, tenden, yardan ve yarandan vaz geçmişler, ebedi alemdeki hayatlarını kurtarmışlardır. Diğer bir ayeti kerimede ise;

" And olsun, sizi biraz korku , açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz, sabredenleri müjdele." ( Bakara sûresi, âyet 155 )

Yazı başlığından da öğrenileceği üzere, maalesef, Müslümanların ekser kesimi, İslam'ı; gelenekten, görenekten, taklit yoluyla öğrenmiş, böylesi öğrenme sebebiyle de dünya hayatlarında zaman zaman yanlışlara, hatalara, kusurlara duçar olmuşlardır. Şu alıntı yazımı lütfen dikkatle takip edelim:

" Allah'ın dinini, kaynağından ve elçinin örnekliğinden bizzat öğrenmek yerine, taklit, menkıbe ve kulaktan dolma bilgilere yönelen, bunun sonucu olarak da dini yanlış algılamaya başlayıp iman amel bütünlüğünü parçalayan kitap ehlinin içerisine düştüğü bu olumsuz durum, Rabbimizin ikazlarına rağmen ne yazık ki tarihsel süreçte İslam ümmeti arasında da kendini göstermiştir. Bu günde bu yöndeki yanlış anlayışlar yaşatılmaya devam etmektedir.

Bilindiği gibi yerleşik anlayışa göre, iman, amelden bağımsız bir mefhumdur ve iman, gerekleri yerine getirilmeden de makbuldür.

Bu anlayışa göre, bir insanın Müslüman olabilmesi için İslam'a iman etmesi yeterlidir. İman eden bir insan, İslam'ın hiç bir şartını yerine getirmese ve İslam'ın yasakladığı bütün fiilleri işlese dahi, o insan İslam dairesinden çıkmamaktadır. Oysa, Kuran'ı Kerim böyle bir anlayışı tamamıyla reddetmektedir.

Kuran söz konusu anlayışın aksine, iman ve ameli etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz ve birbirini tamamlayan mefhumlar olarak değerlendirmekte ve imansız bir ameli nasıl makbul görmüyorsa, amelsiz bir imanı da aynı şekilde makbul görmemektedir.

Kuran'a göre, ebedi kurtuluş olan Cenneti elde etmenin yolu, sahih iman ve Salih amel bütünlüğünde İslam'ı pratize etmekten ve iyiliği emir, kötülükten nehy şeklindeki toplumsal sorumluluğu yerine getirmekten geçmektedir. Kur'an, yalnızca iman etmenin insanları kurtarmaya yetmeyeceğini defaatle ve açık bir şekilde dile getirmektedir. " ( İktibas Dergisi, Eylül 2009, sayfa 54, Ş. Hüseyinoğlu)

Ne yazık ki, iman ve amel bir bütün iken, birbirlerinden kopuk yaşamak, İslam'ı yaşamak mümkün değil iken, bunlar et tırnak mesabesinde iken, gelenekçiler, menkıbeciler, taklit zihniyetliler, iman ve ameli ayrı ayrı değerlendirip, farklı görmüşlerdir.

Biri olmadan diğeri ile yaşanacağını iddia etmişler, " iman ettim" diyerek, amelsiz yaşamaya devam ede gelmişlerdir. Bu sebeple, nice " iman ettim" diyen insan bulunmaktadır ki, namazsızdır, oruçsuzdur, haçsızdır, zekatsızdır.. Sadece " iman ettim" sözünün tesirinde kalmış, ameli imandan uzaklaştırmıştır..

Gelenekçiler " iman ettim" hadisini baz alarak, bir kişi namazsızda olsa, amelsizde olsa, kelime-i şahadet getirmesi sebebiyle, neticede cennete girecektir..

" Görüldüğü gibi hidayet kaynağımız Kuran'da, iman iddiasının pratikte ispatlanmaya muhtaç olduğu sıklıkla bildirilmekte, bu çerçevede bir çok ayette iman ve amel bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak zikredilmektedir.

Yerleşik anlayışlarda, iman ve amelin iki ayrı cüz oluşundan hareketle, amel olmadan da imanın makbul olacağının öne sürülmesi son derece mesnetsiz bir yaklaşımdır.

İman ve amelin iki ayrı mefhum olması, asla birbiriyle kopmaz bir ilgilerinin olmadığı anlamına gelmez. Unutmamak gerekir ki, etle kemik de iki ayrı mefhumdur, fakat işlevsel olmaları açısından bunları birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir.

İman ve amel de aynen öyledir; birbirlerini tamamlayıcı ve biri olmadan diğeri işlevsel olmayan, ayrılmaz mefhumlardır. Kuran'ın anlam dünyası açısından iman ve amel kavramları tamamen iki ayrı alanı ifade ediyor değillerdir. Kuran'da iman kelimesinin amel karşılığı kullanılması dahi vâkidir.

Fakat, Emeviler döneminden itibaren zalim iktidarların dini kendi düzenlerine tâbi kılma yönündeki çabaları, insanların iman-amel bütünlüğü konusundaki algılarında tahribata yol açmıştır.

İslamî bir hayat sahibi olmayan, fakat buna rağmen " Müslümanların halifesi" olduklarını iddia eden sultanların, hükümlerine tabi olmadıkları İslam'ı kendilerine tabi kılmak yönündeki " dinde reform" çabaları neticesinde, asla birbirinden koparılmaması gereken imanla-amel bağı koparılmaya başlanmış, Kitap ehlinin bu husustaki yanlış yaklaşımlarının Müslümanlar arasına sızmasına zemin hazırlanmıştır." ( a. g. d. sayfa 54)

Netice olarak;

Müslümanlar olarak, inanmışlar olarak, geliniz; imanı; amelden ayırmayalım. Bu iki mefhum zaten birbirinden ayrılamazlar. Ayrıldığı takdirde, iman topal kalır, amel de ruhunu kaybetmiş olur.

Yani, geliniz, güzel dinimizi, imanızı, amellerimizi, Ehl-i Kitabın inanç sistemine dönüştürmeyelim. Yani, bir Hıristiyan kişinin, zaman zaman günahları sebebiyle, " günah çıkartmaya" gittiği gibi, yapmayalım.

Sadece " inandım" sözüne inanıp da, amelsiz bir İslam anlayışını Müslüman birey olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü, inandım , inanıyorum diyen çoğu kişi, cuma namazlarında camiye giderek, sair zamanlarda kahvede vakit öldürerek yaşayacaktır.

Güvendiği dal nedir? " İnanıyorum" lafazanlığı olacaktır. Peki, öyleyse, amel yap, denildiğinde, hele biraz yaşlanayım da ondan sonra namaz kılar, oruç tutar ve infakta bulunurum" iddiası olacaktır.

Rabbimiz!. İmanını amelini birleştiren kullarından eylesin.. Selam ve dua ile..