" Mümin kadınlara söyle : Gözlerini ( harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine ( kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları ( mümin kadınlar) , ellerinin altında bulunanlar ( köleleri) , erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tabi kimseler, yahut henüz kadınların gizlilik kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar ( Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." ( Nûr sûresi, âyet 31)

Ayeti kerimeye bir yorum getirelim:

Zikredilen ayette kadınlara, teşhir etmeleri yasaklanan " zinet"ten maksadın ne olduğu konusunda farklı görüşler vardır.

Bir görüşe göre bu zinetten maksat, küpe, bilezik, yüzük ve gerdanlık gibi süs takılan ile sürme, kına gibi şeylerdir. Bu yoruma göre bu tür zinet eşyasının bedende teşhiri kadınlar için haramdır.

Elbise de zinet olmakla beraber, gizlenmesi mümkün olmadığı için ayette diğerlerinden istisna edilmiştir. Ancak, daha kuvvetli bir görüşe göre ayetteki " zinet" tabiri, kadının vücudunu ifade eder ki, buna göre yasaklanan, süs eşyalarının teşhiri değil, vücudunu teşhiridir.

Bu yasaklamadan istisna edilen " görünen kısım" ise, kadının yüzü, elleri ve - bir görüşe- ayaklarıdır.

Maalesef, bu tür tartışmalar, konuşmalar, iddialar dünya var olduğundan beri devam ederek bitmemecesine sürmektedir. Neden ve niçin?..

Bilhassa, bu hususlar, geleneksel çevrelerde daha yoğunlukla tartışma konusu yapılmakta, gündem oluşturmaktadır. Halbu ki;

" Bu konularda uygunluğun önce akidede olması gerekir. Çünkü " Doğru akide" kendisinden doğacak doğru davranışlar ortaya koyacak, insanlar arasında sağlıklı ilişkiler kuracaktır.

Bu nedenle İslam insanları önce fikren tatmin eder, sonra da bu fikre uygun davranışlar ortaya koymalarını ister.

Bu cümleden olarak, karşı cinsler arasındaki ilişkileri fert bazında ele alarak birbirlerine karşı mahremini örtmesini, gözünü çevirmesini, takva elbisesine bürünmesini (7/26), konuşmasında sözünün edasına dikkat etmesini (33/32), yürüyüşünde makul olup kırıtmamasını ve toplumda cinsiyetiyle değil şahsiyetiyle yerini almasını ister.

İslam'ın ilk günlerinde Peygamberimiz hayatta iken kadınların hayat sahnesinde erkeklerle beraber varlığını görüyoruz.

İslam'ı kabullenmede, yolunda can vermede ( İslam'ın ilk kadın şehidi olan Sümeyye hatun) , savaşta cephe gerisi hizmetlerde, normal günlerinde mescidde bayram, Cuma ve vakit namazlarında ve hayatın meşakkatini göğüslemede biri diğerinden geri kalmamıştır.


Ancak bu birlikteliğin şartları ve sınırları ilgili ayetlerle belirlenmiştir. Kadın ve erkeğin toplum içine çıkması, oturup kalkmada dikkatli olması, konuşurken ses tonuna dahi dikkat etmesine kadar belirtmiş olması; bu iki cinsin bir arada buluna bilirliğinin en açık delilidir.

Bütün bunlara rağmen haremlik-selamlık meselesi insanlara insanlara dinin değil geleneğin dayattığı bir teamüldür. Müslüman için her hangi bir toplumun geleneği dinin emri gibi algılanması asla doğru değildir.

Din Allah'ındır ve kurallarını belirlemek de sadece ona mahsustur. Tüm insanlık bu kurallara uyarak O'nu razı etmenin mümkün olabileceğine inanmak zorundadır. Allah onlarca ayette " dini Allah'a has kılmayı" öğütlemektedir." ( İktibas Dergisi, Ağustos 2008, sayfa 42)

Misafirliklerde, ziyaretleşmelerde, " haremlik-selamlık" veya "evin içerisine perdeler çekmek" " kadınların seslerinin erkeğe duyurulmaması" ve benzeri mes'eleler; tamamen geleneksel, Kur'an dışı, Osmanlı döneminde yaşayan vakıalardır.

Halbu ki, Resulullah (sav)'in, uygulamalarına, Hendek, Uhud harbine nazar ettiğimiz zaman görmüş oluruz ki, "haremlik-selamlık" mes'eleleri, kadının tecrid edilmesi, İslam'ın evrensel bir din oluşuna aykırı, zıt hususlar olduğu hemen anlaşılacaktır. Yani,

Hz. Aişe (ra)'ın hayatını bilmemek, o muhterem hanım efendinin ne denli bir İslam hanımı oluşunu anlayamamaktır. Sümeyye'yi, Uhud kahramanı hanımları tanımamak, inkar etmek demektir. Onun içindir ki;

" Din, Allah'ın ve O'na has kılınması gerekirken teamüllerimize yenik düşmenin toplumda nelere mal olduğuna bakalım:

Birbirine gidip gelen nice aile vardır ki birbirini dışarıda görse tanıyamaz ve iki yabancı gibidirler. Bir arada oturup sohbet edemediklerinden eşler ve çocuklar arasında da ortak bir düşünce oluşmadığından, aile hem kendi üyeleri, hem de diğer aile üyeleri ile paylaşabileceği bir güzellikten nasibini alamamaktadırlar.

Yıllardır birbirleriyle komşuluk, akrabalık, veya fikri ilişkiler içerisinde olmalarına rağmen birbirinden etkilenmeyen aileler, çocuklar ve eşler olarak karşımızda durmaktadırlar.

Bunun vebali çocuğunu dizinin dibine oturtmayan hepimizindir. Bildikleri doğruları ailesiyle paylaşmayan, aile içi eğitime önem vermeyen bizlerindir.

Dini kaynağından öğrenip öğretme gayreti çekmeyip geleneğe teslim olmanın bizi getirdiği nokta işte budur.

İslam'ın, toplum içinde bulunmak için kadın-erkek kim olursa olsun insan olarak koyduğu şartlara uygun hareket etmek şartıyla, aile ziyaretlerinde, genel veya özel sohbetlerde, genele açık konferanslarda ve eş dost akrabalarla birlikte veya ayrı ayrı yemek yemekte İslam herhangi bir yasak getirmemiştir.

Şahsiyetimizle yerimizi aldığımız sürece hiç bir mahzur söz konusu değildir. Her şeyde olduğu gibi bu konunun da istisnaları olacaktır. Fakat malumdur ki istisnalar " kaideyi" bozmaz." ( a. g. dergi, sayfa 43)

Netice olarak;

" Haremlik-selamlık" mevzusunu enine boyuna dillendirenler, ne yazık ki, hanımların, İslami hak ve hukukları, bireysel hakları gündeme geldiği zaman, sus-pus olmakta, gıkları bile çıkmamaktadır.

" Haremlik-selamlık" hususunu dillerine dolayan kesimler, geleneksel, klasik düşünce sahipleri, niçin hanımların, en tabii hakları olan Cuma namazlarını kılamadıklarını, camiden kovulduklarını gündeme almazlar?

Çünkü, bunu anlatmak, dillendirmek yürek işidir, babayiğitliktir.. Virüslü doksan dokuzluk tesbihlerle, orada, burada çaka yapmak, uzun sakalları ile, sünneti ihya ettiklerini, fırçalanmamış dişleri ile hadislere bağlılıklarını güya (!) izhar etmektedirler.

Aziz millet evlatlarının, kadını ile, erkeği ile, bir bütünlük içerisinde dini ve dini emirleri yaşamaları lazımdır. Yoksa;

" Dört evlilik" " Teaddüdi zevcat" " hüllecilik" safsatası ile, kimse, kimseyi kandırmasın!.. Elde Kur'an, dilde Kur'an, gönüllerde Kur'an yaşamalı, onun yüce emirleri kalplerde makes bulmalıdır.. Selam ve dua ile..