Allah (cc), her varlığı fıtrat dediğimiz farklı özelliklerde yarattığı gibi kadın ve erkeği de farklı fıtratlarda yaratmıştır. Yaratılıştan sahip oldukları bu fıtrî özelliklerine göre de görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Kişiler, bu görev ve sorumluluklarını yerine getirdiklerinde onlara güzel bir dünya ve ahiret hayatı vad edilmiştir. Dünyanın içerisinde var olan her şey insanın emrine sunulurken insan da Rabbinin emrine sunulmuştur. Her şey insan için, insan da Rabbini tanımak, O’na kulluk etmek için var edilmiştir.

                Her varlığın kendine ait birtakım hakları olduğu gibi insanın da din, akıl, nesil, can ve mal hakları tanınmıştır. Yani her insanın tercih edeceği dini inancını, sahip olabileceği evlatları ile yaşayabileceği, canının ve malının güvende olduğu bir toplum vad edilmiştir. Bu değerler her bir ferdin en temel hakları olarak kabul edilmiş ve bunların korunması için de gerekli düzenlemeler getirilmiştir.

                İnsanın sahip olması gereken bu değerlerin her birine veya hepsine yönelik saldırılara ve engellemelere ise “şiddet” adını vermekteyiz. Bir kişinin dinini yaşamasına engel olan söz ve fiillere “dini şiddet”, canına ve nesline yönelik olanları “bedensel şiddet”, malına yönelik olanları “ekonomik şiddet”, aklına yönelik olanları da “ruhî şiddet” olarak tanımlayabiliriz.

                Şiddet, günümüz toplumlarının en büyük sorunlarından biri haline gelmiştir. Hemen hemen her gün ve her yerde bu kavramı duyabilmekte ve konu ile ilgili olumsuz hadiselerle karşılaşabilmekteyiz. Fakat günümüzde “şiddet” kavramının içeriği ve alanı son derece daraltılmış ve adeta sadece bedensel saldırılar için kullanılır olmuştur. Hatta çoğu zaman da bedensel olanların içerisinde de sadece kadına yönelik olanlar anlaşılır olmuştur. Kadın olsun erkek olsun inancının gereğini yaşayamayan bir fert şiddete maruz kalmış olduğu gibi birtakım ekonomik oyunlarla günden güne fakirleşmeye mahkûm edilmiş kitleler de şiddete uğramaktadırlar.

                Allah (cc), şiddetin her türlüsünü yasaklamış ve bunların önüne geçebilmek için de birtakım ilkeler koymuştur. İnsanlar bu ilkelere uydukları ölçüde mutluluğu elde edebilirlerken uzaklaştıklarında ise huzur ve mutluluğu kaybetmişlerdir. Allah, kadın-erkek, küçük-büyük, anne-baba, ağabey-kardeş herkese zulmetmeyi ve zulme uğramayı yasaklamıştır. Genel manada kadınlar şiddete maruz kaldıklarından dolayı “kadına şiddet” tanımlaması ön plana çıkmış olsa da şiddetin her türlüsü yasaklanmıştır. Hz. Peygamber (sas): “Zalim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım edin” buyurduğunda sahabe: “Ya Resulallah! Mazluma yardım edelim ama zalime nasıl yardım edelim?” şeklinde hayretlerini belirtiklerinde Hz. Peygamber (sas): “Zalime de onun zulmüne engel olarak yardım edin” buyurmuş ve zulmü engellemenin de bir yardım şekli olduğunu ifade etmişti. Bu hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi Müslüman her türlü zulmün ve şiddetin karşısında olmalı ve onun kaldırılması için gayret göstermelidir. Şiddete uğrayan çoğu zaman kadın olmakla birlikte, erkekler de bundan nasibini almaktadır. Eşleri tarafından zulme uğrayan erkeler de mevcuttur. Aynı şekilde anne-babası tarafından şiddete maruz kalan çocuklar olduğu gibi çocukları tarafından şiddet gören anne-babalar da vardır. Onun için Müslümanın söylemi daha genel ve kapsayıcı olan “şiddete hayır” şeklinde olmalıdır. Şiddet kim tarafından, kime karşı yapılırsa yapılsın, onun karşısında olmalıdır.

                Günümüzde aile içi şiddet büyük bir sorun haline gelmiş ve her geçen gün de artarak devam etmektedir. Hemen hemen her gün televizyon kanallarında, internet sitelerinde, gazete ve dergilerde haberler yapılmaktadır. Bunları önlemek için de devlet tarafından birçok kanuni düzenlemeler ve cezalandırma yöntemi belirlenmektedir. Fakat bütün bunlara rağmen sorun çözülmediği gibi şiddetini artırarak devam etmektedir. Eğer bir hastalığa karşı uygulanan tedavi şekli ve kullanılan ilaç çare olmuyorsa yapılması gereken ilacı ve tedavi şeklini değiştirmektir. İnsanı yaratan Allah olduğu gibi onun ihtiyaçlarını ve sorunlarını da en iyi bilen de O’dur. Yine insanlara karşı en merhametli olduğu gibi onların sorunları için en iyi çözüm şeklini sunan da O’dur. O halde yapılması gereken en iyi şey; en iyi bilen, en merhametli olan ve en güzel çözüm yolunu gösterene tabi olmaktır. Allah (cc) insanların fıtratlarına göre görev ve sorumluluklar verdiği gibi bunları yerine getirirken oluşacak sorulara da en iyi çözüm yollarını getirmiştir. Bu çözüm yolları ayrı bir makale konusu olacak kadar uzun olduğu için o konuyu başka bir bırakıyor ama “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili birkaç hususu zikretmeyi uygun görüyorum.

                Kadına şiddeti önleme anlamında 2011 yılında benimsenmiş ve onun paralelinde başta 2864 nolu kanun olmak üzere birtakım kanuni düzenlemeler yapılmıştı. Bu sözleşmenin uygulandığı bu süre içerisinde kadına şiddet azalmadığı gibi maalesef her geçen gün artarak devam etmiştir. Mutlak manada erkeği suçlu, kadını masum gören bu sözleşme, toplum tarafından kabul görmemiş, toplumsal bünye benimseyememiş ve sürekli olarak bedenden dışarı atmaya çalışmıştır. Bazı art niyetli kimseler tarafından kötü emellerini gerçekleştirmek için kullanılmış ve gömleği arkadan yırtılan Yusufları zindanlara doldurmaya başlamıştı. Bu uygulama kadın ve erkeğin fıtratına da tersti. Mutlak manada erkek veya kadın suçlu olamaz. “Beraati zimmet asıldır” diye bir İslam hukuku kaidesi vardır. Aslolan kişilerin suçsuz olmasıdır. Bu kaideye göre eğer bir kimse, birinde bir suç olduğunu iddia ederse onu ispatlamakla sorumludur. Onu ispatlayamadığı müddetçe karşıdaki kimse masumdur ve ona hiçbir cezaî işlem yapılamaz.  Suç şahsîdir. Onu da kadın olsun erkek olsun, cinsiyet farkı gözetilmeden kim işlerse işlesin cezalandırılır. Mutlak manada erkeği suçlu olarak kabul eden bu sözleşme hem bu milletin inancına hem de sahip olduğu örfüne tersti. Onun için kabul görmedi ve her fırsatta da eleştiriye maruz kaldı. Bu sözleşmenin kaldırılması olumlu manada büyük bir adım olmasına rağmen bundan sonra yapılması gereken de bu sözleşmeye paralel olarak çıkarılan kanunların kaldırılmasıdır. Bunu yerine kadın ve erkeğin fıtratına uygun yeni düzenlemeler getirilmelidir.

                İstanbul sözleşmesine karşı çıkmak, kadına şiddete taraf olmak değildir. Tam aksine kadına şiddete karşı çıktığımızdan dolayı bu sözleşmeye karşıyız, onu eleştiriyoruz. Bu sözleşme kadına şiddeti azaltmadığı gibi tam aksine artırmıştır. Burada şöyle bir yanılgıya da düşmemek te gerekir; “Bu sözleşme kalktı, kadına şiddet bitti”. Böyle bir evhama kapılmak en büyük yanılgı olur. Kadına şiddet, sözleşmelerle değil millî ve manevî değerlere dönmekle çözülür. Hz. Peygamberin Veda Hutbesinde buyurduğu gibi kadınları “Allah’ın emaneti” olarak görmekle mümkün olur. Bir erkek, hanımını Allah’ın emaneti olarak görürse ona asla şiddet uygulayamaz. Çünkü emanet sahibi Allah’tır ve bir gün gelecek o emaneti elinden alacak ve ona nasıl davrandığının hesabını soracaktır. Allah, hanımları kocalarının yanına emanet olarak bırakırken emanet kılavuzunu da yanına bırakmıştır. Onlara nasıl davranılması gerektiği Kur’an ve Sünnette ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Fakat bizim hanımlara yaklaşımız ve anlayışımız tam tersi yönünde olmuştur. Onları bir emanet olarak değil de kendimize bir hizmetçi, ne dersek diyelim itaat etmek zorunda olan, istediğimiz zaman istediğimiz şekilde cezalandırabileceğimiz kimseler olarak görmüşüz. Bu yanlış bakış açısı beraberinde başta kadına şiddet olmak üzere birçok yanlışın da kapısını aralamıştır.

                Hiçbir sorun tek taraflı olmadığı gibi çözüm şekli de tek taraflı değildir. Aile içindeki problemler de çift taraflıdır. Bunu çözmenin en temel yollarından birisi; erkeğin hanımını Allah’ın emaneti, kadın da kocasını Allah’ın bir lütfu olarak görmesidir. Bu şekilde yaklaşılırsa aile içerisindeki şiddet büyük oranda çözülür.