45 yaşında genç sayılabilecek bir yaşta Afşin’de çok sevilen Ali Turan hakkın rahmetine kavuştu. Ne akranım, ne de öğrencim olması nedeniyle yakınen tanımadığım hemşerim Ali Turan beni, 5 Ocak/January 2014 ve 23 Ocak 2014’te iki kez Facebook’ta Afşin’de İz Bırakanlar Programına davet ederek 2.5 saat süren bir söyleşi yapmıştık. O metni internetten indirip dosyalamıştım. Şu an elimde. Bana sorduğu sorular ve cevaplar bir bütünlük arzediyor. Sonuçta genç yaşta bir kültür insanımızı kaybetmiş olmanın hüznünü yaşıyoruz. Kendisini daha önce rahmetli Enver Turan’ın oğlu, Yemliha ve öğrencim Avukat Mehmet Turan’ın küçük kardeşi olarak bilir ara sıra karşılaştığımızda selamlaşırdık. 2016 Haziran’ında Maraş’ta Ali Çelebi’nin oğlunun düğününde görüşmüştük. Bana felsefeci olmam hasebiyle Platon’un ideler kuramının İslam düşüncesine uygulanma imkanı olup olmadığını sormuş, doğrusu beni şaşırtmıştı. Felsefeyle iştigal etmeyen bir insanımız bir felsefeciye sorsa sorsa ancak, “İdeler kuramı”, nedir, hocam diye sorar. O ideler kuramını okumuş olmalı, dikkatini çekip bu metafiziğin İslam düşüncesine uyarlanabilirlik imkanının olup olmadığını soruyordu. Ben de bu konu üzerinde ne bir araştırma ne de bir kafa yormam olmadığı için fazla bir şey söylemeyip sadece kendisini ilgisi ve düşünsel altyapısı nedeniyle kutlamıştım. Ölüm haberi Afşin basınının gündemine oturunca, facebookta tanıyanlar ve sevenlerinin duygu ve düşüncelerinin yansımaları olan mesajlar gelmeye başladı. Öğrencim Avukat Mehmet Turan’ı arayıp taziyelerimi bildirdikten sonra kendisiyle kardeşi Ali Turan’ın fikri vukfiyeti üzerine konuştuk. Mehmet Bey, “Hocam, bizim Ali’yi hem yaş itibariyle akranınız hem de öğrenciniz olmadığı için siz pek tanımazsınız. Fakat son yıllarda çok okurdu. Beni geçmişti, ara sıra bilmediğim bir konuyu kendisine sorardım”, dedi.

Ali Turan Özelinde Bireysel Farklılıklara Sahip Kişiliklere İlişkin

Geçen hafta aramızdan ayrılan Afşin’in genç kuşaklarının “Ali Baba”sı sayılan Ali Turan, hakkında yazılanlara bakılırsa o, 45 yıllık kısa ömründe yapacağı etkiyi yapmış, alacağı sevgiyi tatmış ve elde edeceği itibarı kazanmıştır. İnsanların sevdiği kişi, umulur ki Hakk’ın da sevdiği kişi olur.

Biraderi Mehmet Turan’dan öğrendiğim kadarıyla Açık Öğretimin önce önlisansını, Şarkışla Ziraat Bankası Şube Müdürü olmazdan önce de lisansını tamamlayan Ali Turan, edebiyat, hasseten şiir ve felsefeye eğilim gösteriyor, Kur’an araştırmalarıyla meşgul oluyor. Kur’anın ayetlerini insanları dışlaştırmada, kişileri dinden çıkarıp ateşlere atmada kullanmıyor. Seven yüreği ile ayetleri insanları kucaklamakta, insanlığa sahip çıkmakta değerlendiriyor.

Hemşerimize, “Ali Baba” isminin verilmesi de dikkatimi çekti. Ali isimli birçok kişi vardır ama bunlardan “Ali Baba” ismiyle anılanlar nadirdir. Bunlardan birinin de genç kuşak Afşinlilerin gönlünde taht kuran bu kardeşimizin olduğunu öğreniyoruz. Çocukların biyolojik anası, babası olmak her erkek ve kadının tabiatının gereğidir ama başkalarının “Ana”sı “Baba”sı olmak kolay elde edilecek bir konum değildir. “Baba” ve “Ana” unvanları ancak herkesi seven ve gönlünde onlara yer açan kalender şahsiyetlere verilir. İnsanı hem kendi türdeşimiz hem de yüce yaratıcımızın övgüye mazhar gördüğü varlık oluşundan dolayı sevmemiz gerekmektedir. Aynı dinden, ırktan olmayanlara bile ümm’lük/analık yapan toplumlar medeniyet yaratıp yeryüzünde manevi ülke atmosferi oluştururlar. Bunlar medeniyet kalıbının içeriğini dolduran insani hasletleri oluşturup vicdani tezahürleri besler. Son birkaç yıldır ülkemizin mülteci sorununda “dünyanın vicdanı, mazlumların sığınağı” olma iradesi göstermesi her türlü değerlendirmenin üstündedir.

Bazı ailelerde kardeşler ve kuzenlerden birinin belli yönleriyle sivrilip belirginleşmesi dikkatimi çeker. Kimi ailelerden, o ailenin, yöre insanının ortalama düzeyini geçen/aşan kişiler görülür. Normal şartlarda bunun mümkün olmaması gerekir. Ama bu belirginleşen kişiler, içinde bulunduğu ailevi ve yöresel vasatı aşarak toplum içinde tebarüz ederler. Kardeşler arasında elbette bireysel farklılıklar olacaktır ancak diğer kardeşlerini öne çıkan meziyetleriyle aşan bu farklılığın sadece psikolojik bağlamda ferdi farklılıklarla açıklanacağını sanmıyorum. Burada biraz fizik üstü (metafizik) tercihlerin de devreye girebileceğini düşünüyorum.

Bu durumu ben Herbert Spencer’ın felsefi literatüre kattığı “sosyal genetik” kavramı çerçevesinde açıklanabileceğini sanıyorum. Bir ailede yöre çapında, il bazında emsallerini aşan şahsiyetler çıkıyorsa, bunu o ailenin selefleri içinde bir alim/bilgin, bir şair/ozan, bir fazıl kişi, bir fikir/düşün adamının olduğuna yormak gerektiğini düşünüyorum. Onların ilmi, fikri ve fazlî nitelikleri bir damar olarak haleflerine tevarüs ediyor (miras kalıyor) olabilir. Spencer, bireylerin ebeveynlerinden fizyolojik ve biyolojik genetik kalıtlar/miras/lar aldıkları gibi sosyal/içtimai kalıt/miras/lar da alabilir, demektedir. Bunu kavmi asabiyetçilikten ayırt etmek gerekir. Bir ailede diğer kardeşler de seleflerinden genetik etkiler almalarına karşın bu belirginlik yalnızca bir ya da iki kardeşte ya da yeğenlerin birinde belirginleşiyor. Antiparantez, aynı aileden ilkokul mezunu olan Kazım Turan abinin okuma ve ilme karşı iştiyakı, onu emsalleri içinde belirginleştirip söz konusu durumu çağrıştırmıştır. Ali Turan’ın yakın seleflerinde Kazım Hoca, uzak seleflerinden de Cevlanlardan Topal İmam lakaplı Mehmet Efendi diye iki alimin olduğu kayıtlarımızda bulunmaktadır. Bu veriden hareket edildiğinde seleflerinde alim, şair, düşünür ve fazıl kişiler olan sülale ve ailelerde umulur ki bunların halefleri içinde alim, şair, düşünür ve fazıl kimseler çıkabilir. Nasıl ki seleflerdeki sağlıksız genler haleflerden bir kişide bir araya gelip onun engelli olmasına neden oluyorsa sağlıklı zihinsel genler ve kalbi meyiller de haleflerden birinde bir araya gelip toplumda belirginleşen kişilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Yorumumun mutlaka haddini aşan ya da nakıs yanı olacaktır. Ancak insan olarak düşünmek zihinlerde yeni düşünsel kulvarların açılmasına önayak olmak bizim için elzemdir.

Toplumda kişilerin her biri bir ya da birkaç nitelikleriyle ön plana çıkarlar. Bunlar ya pratik/ameli/eylemsel mimar ya da baniler ya zihni (soyut düşünen) akiller ya da seven bir gönül sahibi olarak kendini, sevenlerine hasreden fazıl/erdemli kimselerdir. Bu üç tip insan yaşadıkları yerlerde (köy, kasaba ve şehir) kendi etraflarında kültürel/irfani ışık halesi oluştururlar. Bireyler nasıl ki, şahsiyet planına doğru bir evrilmeyi hedeflerse, göçebe toplumlar, nasıl ki mukimliğe/yerleşik toplum olmaya, yabaniler de medineleşmeye doğru evrilirse köyler, kasabalılaşmaya, kasabalar da kentleşmeye, kentler milletleşmeye, milletler de insanileşmeye doğru bir eğilim gösterirler. İnsanlığın medeniyet/uygarlık yürüyüşünün serencamının bu yönde olduğunu sanıyorum. 24.12.2016