Afşin’de Dört Baba (Dede, Don, Şaban ve Gül Baba)

1.Dede Baba Türbesi (Zaviye)

Günümüzde Afşin’de 4 Baba’dan söz edilmektedir. Bunların ilki Dedebaba, ikincisi Afşin halkınca bilinmeyen Don Baba, üçüncüsü, Gülbaba dördüncüsü de Şaban Baba’dır.

Atmış, yetmiş yıl öncesine kadar resmi adı Efsus, yöresel adı da Yarpuz olan Afşin’de Dedebaba isimli Anadolu Selçuklu dönemine ait kesme taşlardan yapılmış bir tekke vardır. Osmanlı kayıtlarının Maraş Tahrir Defterine bakılırsa, 1563 yılına ait Kanuni döneminin Defteri Hakani’sinde Yarpuz’a yakın köylerin arazilerinin yarısının Ashab-ı Kehf Külliyesine –Mescit, Medrese, Kervansaray ve Han- diğer yarısının da Deve Baba zaviyesine vakfedildiği görülür. (Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri, No: 1 Cilt 1).

Türbe sahibinin kim olduğuna ilişkin halkın rivayetlerinde, bu kişinin, Eshab-ı Kehf’in inşaatına taş taşıyan bir veli kişi olduğunda fikir birliği olmasına karşın, taşı deveyle taşıdığı için mi türbenin adının Deve Baba olduğu veya taş taşıyanın dev gibi yaşlı bir kişi olduğu için mi Dev Baba Türbesi denildiği konusunda ihtilaf vardır. Zaviyenin Bektaşî tarikatına bağlı olduğu Yaşar Baş tarafından gündeme getirilmektedir. Bkz: Yaşar Baş-Rahmi Tekin, Maraş Vakıfları, Konya /Ereğli, 2007, s. 210. Günümüzde, çarşının içinde kalan Deve Baba Türbesi, yanında Belediye tarafından yaptırılıp icar usulüyle işletilen oldukça bakımlı ve modern bir otele de sahiptir. İlçemiz ve yöresinde eskiden beri manevi şifa arayan hastaların ve loğusalık dönemini normal geçiremeyen bazı kadınların burada yatmak suretiyle sağlığına kavuştuğuna ilişkin bir söylenti vardı.

Dedebaba Türbesi

Afşin’deki Dede Baba ismiyle anılan tekkenin asıl isminin Deve Baba olduğu ve bir okuma hatası nedeniyle Dede Baba diye yaygınlaştığı ortaya çıkmaktadır. Deve Baba Tekkesi, Afşin’in doğu tarafında ve Dede Baba Mahallesi’nde bulunmaktaydı. Günümüzde ilçenin merkezinde kalmıştır. Bu günkü mahalleye ve zaviyeye adını veren şahıs, belgelerde Deve Baba adı ile kaydedilmiştir. 1527 yılına ait tahrir esnasında da zaviyenin bulunduğu mahalle bu ad ile kaydedilmiştir. Deve Baba’nın kimliği hakkında hikayelerle karışık bilgilere rastlanmaktadır. Ancak bu bilgiler onun hayatını aydınlatmaktan uzaktır. (Yaşar Baş-Rahmi Tekin, Maraş Vakıfları, Konya /Ereğli, 2007, s. 210.)

2.Don Baba

Belge araştırmalarında BOA kayıtlarında iki belge karşımıza çıktığı halde halkımızın adını bile bilmediği Efsus’taki Don Baba Tekkesi’nin de yeri belirlenmeli ve uygun bir mekan ve yapı oluşturulmalıdır. 1216/1800 yılında Elbistan Nahiyesinin Efsus Köyünde Don Baba Zaviyesi Vakfı mahlûl (dağılmış, boş kalmış) tevliyet (işletilmesi) ve zaviyedarlık hissesinin tevcihine ilişkin bir belge vardır. BOA, C..EV..  370  18779   1216/1800   Z   29   1; A.g.tt Yaşar Baş-Rahmi Tekin, Maraş Vakıfları, Ereğli, 2007, s. 210; BOA, TTD, nr. 419, s. 317.

3. 4.Gül Baba (Pir Ali Baba)

Gül Babanın Mezarı

Sivas’tan altı yıldır çeşitli vesilelerle gittiğim Afşin’in yakın geçmişini öğrenmek için özellikle yaşlı hemşerilerimle -erkek ya da kadın- görüşmeler yapmıştım. 17/9/2010 tarihinde Afşin Araştırmalarım sırasında Gülbaba denilen ama Pirali’ye ait olduğu söylenen bir mezarın mahiyetini öğrenmek ve bir fotoğrafını çekmek için gittiğimde mezarın önündeki cadde üzerindeki bir dükkanın önünde oturan Nazmi Kızılay isimli 1992 doğumlu Sevinli bir genç ile görüştüm.

Mezarı fotoğrafladıktan sonra bu mezar hakkında zihninde nelerin olduğunu sordum. Bu genç büyüklerinden dinlediklerini benimle paylaşmıştı. Afşin’de Palakların Hacı’nın evinin arkasında, Kertmen’in evinin önünde yeni bir mezar bulunmuştur. Mezarın kime ait olduğu konusunda net bir bilgi yoktur. Mezar konusunda ortaya atılan bilgiler rüyaya dayalı söylenti şeklindedir. Bu mezarda medfun zatın halkın ermiş saydığı kişi, Palakların Hacı, Antep’li bir kişi ve Polat Market’in sahibi Mehmet Polat’ın eşinin rüyasına girer.

Mezarın mahiyetini öğrenmek için görüştüğüm kişilerden aldığım verilere göre,  bu mezarın bulunduğu yer, Palak Hacı’nın ahırıymış, havyanlar üzerini kirlettiği için bunlar birbirleriyle vuruşurlarmış. Palak Hacı’ya bir gün rüyasında, ‘beni bu ahırın dışına alın denmiş. O da ahırı küçülterek mezarı ahırın dışına almış. Bu zat, Antep’li bir hocanın kızına, rüyasında ‘benim mezarımı yaptırın’, demiş. Antepli bu şahıs da kızının rüyası üzerine Afşin’e gelip mezarın yerini öğrenip, bu mezarı yaptırmak istemiş. Dönemin Belediye Başkanı Yalçın Demir, bu iş bize düşer, bu mezarı size yaptırırsak, biz Afşinlilere ayıp olur, demiş. Bu olaydan sonra mezar Antep’ten ziyaret etmek için gelip gidenler olmuş. (Nazmi Kızılay, Sevin Köyü, 1992 doğ.)

            Gül babanın mezarının fotoğrafını çekmek için Ömer Ağanın evinin gölgesine arabamı park ettim, orada dört-beş hemşeri kadının oturduğunu görünce yanlarına varıp kendimi tanıtarak bu mezar hakkında ne bildiklerini sordum. İçlerinden en yaşlı olan Mürüvvet Avcı, mezar hakkında şu bilgiyi verdi. “Kocamdan duyduklarıma göre, şu bulunduğumuz yerler deve hanıymış. Sorduğun mezarın bulunduğu yer, Palak Hacının ahırıydı. Ahırdaki mallar iki de bir bağlarından kurtulur birbiriyle vuruşurlarmış. Bir gün bir kurbanlık koyun almışlar. Sabahleyin ahıra varmışlar ki, koyunu, hezen ile arıstağın arasına dört büklüm sıkıştırılmış halde bulmuşlar. Mezarda yatan kişi, Palakların gelini Remziye’nin beşiğinde yatan kundaktaki çocuğunu sallarmış. Palak Hacı ile hanımı Hatice’nin rüyasına giren bu kişi, ‘benim üzerime pisliyorlar, beni buradan çıkarın’ deyince, ahırı söküp bu mezarı dışta bıraktılar. Sülüceklerin Yaşar Ertekin de bu konuyu bilir. Çünkü onun mezara karşı evinin bir penceresi vardı. Palak Hacının dışarı çıkarttığı bu mezar bu defa da köpeklerin gunnadığı (doğurduğu), çocukların pislediği bir yer haline geldi. Mezardaki ermiş kişi, Palakların oğlunun rüyasına girip, beni bir sipere alın, der. O da elli kadar biriketle etrafını çevirip üzerine bir saç attı. Ancak evin ayak suyu mezarın üzerine aktığı için mezar milek bağladı. Ali Kaanin kızı Güccüğün oğlu Mehmet Polat’ın eşinin Hacc’da gördüğü bir rüya üzerine bu mezarı temizletip mermerle yaptırdılar. Komşumuz D. Mehmet ve Battal Kanat’ın babaları Kanat Alisi, ‘bu mübarek zatların ikisi de bizim havluda, bunları birleştireceğim’, derdi. Evinin avlu duvarını bu iş için yıktı ama bunu gerçekleştiremedi. (1925 Afşin doğ., Köşker Topal Hacı’nın Durdu’nun Hanımı Mürüvvet Avcı. 17/9/2010)

Bu mezarın Ulu Camii’den iki yüz metre uzakta olduğu söylenir.    1571 yılında Ulu Camii’yi yaptıran kişinin Danişmentli aşiretinden Pir Ali Oğlu Muhammed olduğu söyleniliyor.

4.Şaban Baba

Afşin beyceğiz mahallesinde Şaban Baba isimli ermiş bir zattan söz edilmektedir. Şaban Babanın mezarı, Afşin Beyceğiz Mahallesinde Sakarömerlerin Hasan Kılıç’ın eski evinin arkasındaydı. Mezarı fotoğraflamak için bir hemşeri kurumuş otları çöküp temizlemek için hayli uğraştı. Günümüzde Trafo Binası’nın arkasında kalmıştır. Hasan Kılıç’ın anlattığına göre, 1900’lü yılların başında Şaban Baba İstanbul’dan Afşin’e gelip yerleşen Çerkez asıllı bir velîdir. Mütevazı, haramlara karşı titiz, hakkı ve hakikati tavsiye eden, kendi halinde yaşayan bir ahlâk eri olarak yaşarmış. Ölmezden önce, kaldığı yere kendisini gömmelerini vasiyet etmiş. Dedem, Sakarömer’e iki mühür bir de hameyli verip ‘mührün biri sizde kalsın, bu mührü doğurmada zorluk çeken kadınlara takın’, diye tembih etmiş. ‘Diğer emanetleri buraya gelip sizden isteyecek olan yeşil sarıklı ve sakallı iki atlı kişiye verin’, deyip ruhunu teslim etmiş. Cenazesi, defin parası olmadığı için, ‘garibin cenazesi yerde kalmasın’, diyen Battalların Feramuz Efendi tarafından kaldırılmış. Hemşerimizin yaptığı bu iyilik yüzünden sonraları zengin olduğu söylenir. Büyüklerimiz, Şaban Babanın mezarından alınan toprağın suda karıştırılıp içilmesinden sıtma hastalığına yakalanan kişilerin iyileştiklerini söylerdi. (Hasan Kılıç, 1927 Afşin doğ.)

Dede Baba fiziki varlığı ve belgesi ile günümüze kadar gelmiştir. Don Baba Tekkesinin Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde iki belgesi çıkmıştır. Ancak ilçemizde ne Şaban ne de Gülbaba hakkında bir belgeye rastlanılmamıştır. Belki de onların biri, hemşerilerimizin rüyalarına, diğeri de anılarına girerek bizleri varlıklarında haberdar etmek istemiş olabilirler.

Metin (text) leri Bağlam ( context) a Oturtmak

Günümüz düşüncesiyle söz konusu babaları ve babalık kavramı hangi perspektifle güncelleyip toplumun akladebileceği bir zemine oturtulabilir? Sanırım, bizde eksik olan şey; geçmişle geleceği, kadîm ile yeniyi maddi olan ile maneviyi, cisimsel olan ile ruhsallığı nasıl kaynaştırılacağının üzerinde kafa yorulmamasıdır. Aslında ontolojik bağlamda kaynaştırılmış

Şaban abanın Mezarı

diyadik (ikili) yapıdaki varlık evrenini, monist (tekçi), salt maddeci ya da salt ruhçu yaklaşımlardan nasıl kurtarabileceğiz diye sormak gerekmektedir. Salt maddecilerin, hemen “metafizik dönem bitti, ruhsallık, maneviyat ortaçağlarda kaldı, bunları geçiniz, bilim artık evrende ne varsa maddesel yapıda olduğunu ispat etti”, diyen bön realist tutumlarıyla salt ruhçuların da, “gözle görülen, elle tutulan şeylerin varlığı gelip geçicidir, sen ebedi aleme, varlığa yönel” diyerek nesnel evreni hiçe sayan dar ve sığ yaklaşımlarıyla varlığın fenomen ve noumen diye ikili yapıda olduğu olgusunu gölgelemektedir. Şimdi, salt maddeci yaklaşımla hanım hemşerinin anlattıkları safsatadan, hurafeden ibaret sayılacak, salt ruhçu yaklaşımla da nesnel dünyayı görmezden gelip rüyalara giren ulu kişilerin ruhsal bir güç taşıdıklarına inanacağız demektir. 18. Asırda belirginleşmeye başlayan ve 19. Asırda yaygınlaşan olgucu-atomcu maddeciler, nesnel aydınlanmanın temel inceleme yöntemi olarak “Açıklama Kuramı”nı, manevi aydınlanmanın alternatif incelenmesi sayılan ve 19. Asırda oluşan “Anlama Kuramı” ortaya konulmuştur. Batıyı tek yanlı izlemek durumunda kalan İslam Dünyası yalnızca olguculuk (pozitivizm) la yetinip düşüncenin kanatlarının birinden yoksun kalmıştır. “Alem-i gayb ile alem-i şuhut”un incelenme yolları, yöntemleri farklı olacaktır. Kavramları, konuları ve nitelikleri farklı olan şeylerin elbette yöntemleri de farklı olacaktır. Laboratuvar yöntemiyle incelenemeyen şeylerin yokluğuna hükmetmek, İngilizlerin çağdaş düşünürü Edington’un benzetmesiyle, “kenarları on cm. olan bir ağ ile avlanmaya çıkan bir balıkçının ağına düşmeyen balıkları yok sayması bönlük değil de nedir?” Ziraatın mevsiminde ilmi ve teknik gereklerini yerine getirerek değil de ürünü sadece rablerinden bekleyen toplumların açlığa mahkum olmaları manevi körlük değil de ne ile açıklanabilir? Esbaba tevessül kavramı niçin gözardı edilir? Madde aleminin yöntemleriyle manevi, manevi alemin yöntemleriyle madde aleminin incelenemeyeceği açıktır.