14 yıldır Afşin ve Yöresi Tarihi ve Kültürü üzerine yaptığım çalışmaların hala olgunlaşması ve sonuçta kitaplaşmasına çalışıyorum. Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde görev yaparken bu işe başlayıp 2011 yılında Afşin ve Yöresi’nde Nükteli Anılarla Halk Bilgeliği kitabımı Afşin Belediyesi  yayınlayınca felsefeciliğim ile bir ilçede hikmet/bilgelik aramanın tuhaflığını gündeme getirerek “bu Afşin’de ne hikmeti/bilgeliği bulacaksın” diye bana takılan dostlarımız olurdu. Benim açımdan bu soru belki anlamsızdı ama bu soruyu soranları ikna edecek bir cevap bulmam da gerekirdi, diye düşündüm. Toplumun hafızasındaki asırların içinden süzülerek gelen halk hikmetleri irdelenip bunların güncellenerek günümüz toplum hayatına aktarılıp işlevsel hale getirilmesi ve kültürel geleneğin yaşatılması gerekir. İşlenen düşünceler yaşar, işlenmeyen düşünceler ise halkın hafızasından ve hayatından çıkar gider. Gerçekten Afşin ve Yöresinde hikmet, bilgelik adına nelerin olduğuna  Afşin ve Yöresi’nde Nükteli Anılarla Halk Bilgeliği kitabımı tarayıp yirmi başlıkta bunların birkaçını sorulara gecikmiş de olsa bir cevap olması için paylaşmak istedim.

Değerli hemşerilerim öncelikle, 14 yıllık alan araştırmalarım sonucunda sosyal bilimlerde araştırma ilkesi olmasını istediğim şu deneyimimi paylaşmadan edemeyeceğim.

1.“Bilgi bize, ilgi, dikkat ve emeği bir araya getirmedikçe yüzünü göstermiyor”. Demek ki, bnun üçü bir arada yürütülmelidir.

2.Menzolu Ahmet Efendi’nin bizim usulsüzlüğümüze vurgu yapan sözü: “Bizim insanımız ilmek olan düğümü, ihmaliyle kördüğüm yapar, sonra da onu dişleriyle çözmeye çalışır”.

3.Doğan Bozkurt, bölgemizin haşin tabiat şartlarının toplumsal hayata da yansıdığına ve zayıf ve güçsüz kimselerin onuruyla yaşatılmadığına ilişkin “Bizim burda öküzüyün boynuzunun biri kırık olacak, yani sülalende dişli bir kişi yoksa dalına binip fiyakanı bozarlar”. Ah arkam hikayesi var ya. Yanağı moratılan madur, “ah arkam, ah arkam”, diye inleyince, sırtından da mı darbe aldın, denilince,       hayır, arkam olsaydı yüzüne vuramazlardı, demiş.

4.Bir hemşerimizin “tecrübe, baş kel olduktan sonra kazanılan bir taraktır”a vurgu yapan “Her düşüş bir akıl öğretir, fakat ne akıl biter ne de düşüş biter”, sözü,

4.Karagöz Mahallesinden bir hanımın, evlerini gözetleyen delkanlıyı vurayım mı, diyen kocanına “herif, dolu bardakla boş bardak kırılmaz” sözü,

5.Tahsildar bir hemşerimizin vergi toplamak için gittiği köyde beni bilirsin dindar adamım, yalan söyleyemem ama sen dediğimi yazma” diyen köylüye, Benim senden daha az dindar olduğumu kim söyledi sana”, demesi,

6. Borç aldığı komşusu, borcunu ödemek istediğinde parayı almak istemeyince, “alman lazım komşu, eğer almazsan benim istek kapımı kapatırsın”, demesi,

7.Afşinlilerin (Bir karye, köy ahalisi olmalarına karşın, tarihte yaşadıkları görkemli kent hayatının karakteristik özelliklerin kendilerine tevarüs etmesi yüzünden) kültürel havası hemşeri bir şair tarafından;

Aslını araştırırsan, bir kamışın kavalı

Afşin’in hademesi kaymakamdan havalı, diye dillendirilmiştir.

8.Güçlüden taraf olmak, belki de herkesin harcıdır. Kral öldü, yaşasın yeni kral diyen pek çok insan bulunur. Bir hemşerimiz, 27 Mayıs 1960’ta DP’nin Levhasını yere atılması hadisesini babasına anlatınca, “bazı adamlar, kimin kağnısı öterse, ona binerler oğlum’, demesi.

9.Bir hemşerinin nazarında üç tür adam vardır: hoş kafa, boş kafa, diğeri de taş kafadır. Hoş kafa anlayışlı, bilgili ve yararlı kişidir, boş kafa teneke gibi öter, taş kafa ise yiyip içen, uyuyup gezen duygusuz bir tiptir.

10.Eğitimci bir esnafın örnek tutumu, “birkaç yumurtayı kümesten alıp tanesi altı kuruştan satan bir çocuğa parasını verdikten sonra takip edip aldığı yumurtaları çocuğun ailesine verdikten, ‘çocuk şimdiden hırsızlığa başlamış dikkat edin, bir daha yapmasın’, demesi. Yorumu eğitimcilere düşmektedir.

11.İkisi şair üç hemşerimiz bir yaz gecesinde Cela (Ekinözü)’de damda yatarken uzun süre sohbet ederler. Nihayet uykuları gelir, uyuyacaklar ama havlamaya başlayan bir köpek bir türlü susmak bilmiyor. Şair olmayan hemşerimiz, şairlerden birine, “sofi meşrep geçinirsin, maharetini göster de şu iti sustur”, der. Onun da ellerini açıp “yarabbi şu itiyin hatırına şu itini sustur”, demesi üzerine köpek havlamaz ve hemşeriler, güneş rahatsız edinceye kadar uyurlar.

12.İzmir’de yaşayıp yazları Afşin’de bahçe evlerinde tatil yapan bir hanım hemşerimiz eski arkadaşları olan hanımlara, “size Pakla Domesi yapıp yedireyim”, diye evime çağırır. Fakat arkadaşlarının biri İtalyan pizzasını, biri Rus salatasını sevdiğinden, biri evinin tabanını seramikle döşettiğinden, öbürü perdeleri kaldırıp jaluzi, banyoya ECA Banyo bataryası taktırdığından, duşa kabin yaptırdığından bahsedince ‘Allah sizin canınızı almasın, ne oldu size böyle, kiminiz İtalyan, kiminiz Rus olmuşsunuz, Pakla Domesi nerenize yetmiyor’, ‘ben sizi evime davet ettim ama konuşmalarınıza bakınca, bu davetten vazgeçtim, çünkü bizim evde bunlardan hiçbiri yok, benim evim sizi açmaz, anam’ dedim. Ne olmuş bu bizim Afşinlilere, bunlar sanki multi milyoner olmuş, insan gelirine göre yaşayıp evini döşemelidir, diyerek toplumun taşra kesiminin kentlilerden daha fazla yozlaştığına vurgu yapması. 

13.Ahmaklığın Afşin’ce öyle bir tanımı var ki, adeta edebî bir vecizedir. Bunu hemşerimizin dilinden yazalım. “Afşin ve yöresinde ahmakça konuşan adamlar için, ‘Düşünü yoyarken (yorarken) oynaşını haber veriyor’, derler.” Bu söz, Koca Ragıp Paşa’nın ünlü Şeceat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler’, (maharetinden söz ederken yaptığı hırsızlığı anlatır) sözünün halkımızın belleğindeki karşılığıdır.

14.“Bir şair hemşerimiz, yayımladığı kitaplar, uzun süre satılmayınca odunluğu işgal eder. Bundan hanımı şikayetlenip işinin beyhudeliğini gündeme getirmeye başlayınca;  

Acemi sarrafın yanlış bakışı/Mücevheri elmas görmez, taş görür

Marifetin (M) harfini bilmeyen/Kendisini âriflere eş görür, diye bir dörtlük yazar.

15.Maraş’ın Kurtuluşunda ayağından yaralanıp kangrene çeviren sonra da bacağı kalçanın altından kesilen hemşerimizin evinde kendisini bekleyen anası, “oğlum gelseydi de yarım gelseydi”, karısı da “kocam gelseydi şu iki çocuk ölseydi, demişler. Hemşerimiz Afşin’e tek bacakla (yarım) kendisi geldikten sonra da iki çocuk ölür. Bu yüzden bu hemşerinin ailesinde ‘dileği eksik dilememek’, gerektiği darbımesel, olur. Allah’tan bir nimete karşılık bir bela istememelidir. O gafur ve rahimdir, bela değil, sadece nimetlerini talep etmemiz gerekir.

16.Afşin’in çetin geçen kışlarından birinde bir hemşerimiz yatak-döşek ağır hasta yatmaktadır. Bir gün, oğlu kendisine, ‘baba bir isteğin, arzun var mı?’, diye sorunca, ‘oğlum canım şire istiyor, bir salkım üzüm olsa’, deyince karakteri icabı sakar bir tip olan babasına ‘gözünü sevdiğim baba, şu karakışta ben yaş üzümü nereden bulayım, madem canın şire istiyor, kalbinde hile yok da niye şeker pancarı istemiyorsun’, demesi.

17.Kendi halinde yaşayan meczub bir hemşerimizi, korkutmak için “Ali bu günlerde belediyeciler çarşıdaki itlere zehirli köfte verip öldürüyormuş, sakın belediyecilere görünme, seni de zehirlerler’ diyen bir öğretmene, ‘sen nasıl kurtuldun’, hocam diyerek utandırması.

18.Nükteleriyle öne çıkan bir hemşerimiz üç arkadaşıyla Elbistan’a giderken hemşerimizin biri evinin etrafındaki dört komşusunu da koğulayınca (kötülemek “buraya kadar sağında, solunda koğulamadık komşu bırakmadın, o kötü, bu kötü diye. Arkadaş bunların hepsi mi kötü? Demek ki kötü olan sensin, ben artık sükut edeceğim, der. Halk feraseti diye sanırım buna denir.

19.Yöremizde dimimize uygun olmayan bir geleneğimiz de erkek çocukların kız çocuklara öncelenmesidir. Bunun hasetsen kadınlarca yapılması da ilginçtir. Hemşeri teyzenin biri oğlundan torununa yağ, kız torununa da çökelek dürümü verirmiş. Gel zaman git zaman bakımı kızından torununun eline düşmüş. Köyden doktora merkeple Afşin’e getirip götürürken bir gün ilahi adalet sonucu yaptığı adaletsizliği şöyle itiraf etmiş: “Yaa memmedim, böyle olacağını bilseydim, sana çökelik, Abdurrahman’a da yağ dürümü verir miydim?”.

20.Nükteleriyle öne çıkan bir hemşerimizin iri hindisi ishal olunca baytara iğne yaptırıp dönerken dönemin belediye reisi ile karşılaşırlar. Reis bakar hindi besili, “şahsen bu hayvanın cenazesinde bulunmak isterim”, der. Hemşerimiz “olur” der. İki ay sonra reisle hemşerimiz karşılaşıp, “hindiden ne haber?” diye sorunca, “size ömür bizim hindi rahmetli oldu”, der. Reis Bey, “hani cenazesinde bulunmak istediğimi söylemiştim, beni neden çağırmadın?” deyince, hemşerimiz, “Reis Bey bizim culluk, ‘beni hastayken ziyarete gelmeyeni cenazeme çağırmayın”, diye vasiyet etmişti, ben de bu yüzden sizi davet etmedim”, der. Bu nüktelerin ve hikmetli sözlerin sahipleri olan darı bekadaki hemşerilerimize Allah’tan rahmet diliyorum.