Türk-Amerikan ekonomist MIT’de (Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde) çalışan Daron Acemoğlu’nun ortak yazar olarak katkı sunduğu Ulusların Düşüşü isimli çok değerli ve önemli bir eser var. 

Haberdar olanlarınız ve okuyanlarınız muhakkak bulunmaktadır. 

Kitabın tezi özetle “ekonomik özgürlüğü ve kurumsal adaleti sağlayan toplumların zenginleşeceği” yönündedir. Kitabın, müreffeh bir nizam için elzem olan ahlaki gelişimi göz ardı etmesi sorunu bir tarafa olmak kaydıyla son derece önemli bir araştırma olduğu söylenebilir. 

Kitabın tezini dayandırdığı hususlar ise şunlardır: Birleşik Devletlerde herkes mahkeme önüne çıktığında eşittir, kimseye ayrımcılık yapılmaz, insanlar ne ile suçlandıklarını bilirler ve üstünlerin haklı olduğu değil haklıların üstün olduğu bir adalet mekanizması bulunmaktadır. Kitapta, Birleşik Devletler ve İngiltere gibi ülkelerde bu düzenin nasıl oluşturulduğu da ayrıntılı bir şekilde ele alınmış. 

Diğer taraftan Türkiye gibi gelişme eğiliminde olan ülkeler de değerlendirilmiş. Merak edenler kitaptan takip edebilirler.  

Ancak bizim üzerinde durmak istediğimiz hususlar farklıdır. 

Türkiye gibi üzerinde birçoklarının plan yaptığı ve gözlerini diktikleri ülkelerde toplumsal fay hatları çok keskin çizgilerle ayrıştırılır. 

Böylece ufak bir oynama ile fay hatları harekete geçirilebilir ve bunun üzerinden bu hatları oluşturan farklı gruplara argümanlar sunulmuş olur. Muhtemelen planı kuranlar köşelerine çekilip viskilerini yudumlarken olanları izlemeye devam ederler. 

Bizim medeniyet köklerimizin en temel bileşeni şüphe yok ki adalettir. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın sözü, insanlara sadece aspirin dağıtmaktan bahsetmemektedir. Elbette devletin insanların sağlığı konusunda da ilgilenmesi elzemdir ve doğrusu, günümüzde, biz Türk toplumu olarak bu anlamda şanslı ülkelerden biriyiz. 

Şüphesiz bu sözün bileşenleri arasında devletin insanına adaletle yaklaşması gereği de bulunmaktadır. Nitekim Şeyh Edebali’nin Osman Beye yaptığı nasihatin tamamı okunduğunda bu anlam çıkarılacaktır. 

Evet Ulusların Düşüşünde bahsedildiği üzere Birleşik Devletler dünyanın en özgür ve en zengin ülkesi olabilir. Ancak aynı zamanda Birleşik Devletler suç oranının da en yüksek olduğu ülkelerden biridir. 

Ne yazık ki ülkemizde de suç oranı her geçen gün artmaktadır. Bunun önüne geçmenin birçok yöntemi vardır ancak kanaatime göre en öne çıkanları şunlardır:

- Suçluyu değil suçu önleyecek bir sistem oluşturmak, 
- Güçlendirilmiş eğitim sistemi tesis etmek,
- Vicdanî ve ahlakî normlarla daha yaşanabilir bir toplum oluşturmak.

Bütün bunları yaparken birkaç yazıdır ifade etmeye çalıştığımız şekliyle adaleti hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şartta hem insan hem de toplum bağlamında oluşturmak zorundayız. 

Suçluya değil suça karşı bir sistem oluşturabilirsek fay hatlarıyla kim nasıl oynarsa oynasın bir karşılığı olmayacaktır. Zira suçlunun kimliğine ve aidiyetlerine bakarak olaya ilişkin kendimizi konumlandırdığımız müddetçe  yol almamız mümkün değildir. 

Suçu üç ana bölüme ayırmak mümkündür. Bunlar varlığa karşı işlenenler, topluma karşı işlenenler ve devlete karşı işlenenlerdir. Varlığa karşı işlenenleri ise eşyaya karşı, insana karşı, doğaya karşı ve hayvanlara karşı olarak kategorize edebiliriz. 

İnsana karşı işlenen suçlarda muhatap doğrudan insandır, insan onurudur. Dolayısıyla insan onurunu koruyacak her türlü hukuku tesis etmek ve önlemi almak zorundayız.

Ancak önlem alınmasından kastım insan onurunun değerli olduğu hususunda toplumu eğitmektir ki ikinci argümanımıza işaret etmektedir. 

Aziz okur, bu hususta dilsiz şeytanlığın nerelerde yapılabileceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. 

Suçlunun kimliğine bakmadan onu ayıplamalı, kınamalıyız. Bizim mahallemizden mi, karşı mahalleden mi, hiç önemli değil. Zira bizim karşı olduğumuz suçun bizatihi kendisidir, suçu kimin işlediği ikinci belki üçüncü plandadır. 

Diğer taraftan suça karşı bir sistem oluşturabilirsek her kim -velev ki düşmanımız olsun- iftiraya uğrarsa onun hukukunu korumak vazifemiz haline gelecektir. Bu husus bir çokları için bamteli olsa gerektir diye düşünüyorum. Bilemiyorum hangimiz hayatımızın bir yerinde, büyük/küçük, önemli/önemsiz, temelli/temelsiz iftiraya uğramamıştır. Herkesin hikayesinde bu vardır diye tahmin ediyorum. En basitinden konuşmadığınız halde yaramazlık yapanlar listesinde olmuşsunuzdur, muhakkak...

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek ilerleyemeyiz. Medeniyet köklerimize yeniden kavuşmak zorundayız. 

Amistad isimli gerçek olaylara dayanan bir film vardır. Filmde kölelik kurumunun nasıl sonlandırıldığı ve Amerikan iç savaşına doğru giden süreç konu edilmektedir. Filmin konusu uzun ancak bizi ilgilendiren kısmıyla, hür olmasına rağmen kaçırılıp köle yapılmak istenen bir grup insanın köle olup olmadıklarının anlaşılmasına yönelik mahkeme kurulur. Mahkemenin ilerleyen safhalarında aleyhte karar alması için hakim değiştirilir ancak genç hakim beklenenin aksine mahkumların hür olduğuna karar verir ve dosya yargıtaya taşınır. Burada aleyhte bir karar çıkmasına kesin gözüyle bakılır ancak yine beklenen olmamıştır. Elbette işler burada bitmemiştir. Amerika’da ne yazık ki bazı bölgelerde halen ileri düzey ırkçılık yapılmaktadır. 

Hayır benden kimse batı güzellemesi beklemesin ancak hepimiz onu kimin gerçekleştirdiğine bakmaksızın doğruya doğru demekle mükellefiz. 

Fert, toplum ve devlet temelinde adaleti tesis etmek zorundayız. Bu anlamda devletimizin yapmaya çabaladığı hukuk reformlarını çok önemsiyorum ancak vatandaş olarak bizlerin de bu sürece katkı sağlamak zorunda olduğunu gözden kaçırmamalıyız. 

Ve unutmamalıyız ki adaletin olmadığı yerde dilsiz şeytanlık olur... Kimin ne dediğine aldırmadan hakikati haykırmak ve haklıya haklı, haksıza haksız demekle emrolunduğumuzu unutmamalıyız...

Bâki selam ederim.